Sedat Şenermen l Kur'an, Muhatabını Gözlem Yapmaya, Düşünmeye Ve Araştırmaya Yönlendirir 19 Ekim 2020, 10:44
KUR’AN, MUHATABINI GÖZLEM YAPMAYA, DÜŞÜNMEYE VE ARAŞTIRMAYA YÖNLENDİRİR
Kur’an, “gözleme” önem verdiği gibi duyularla birlikte aklı da önemser. Duyularla elde edilen bilgilerin dayandığı algıların yanında hemen aklıselimi öne çıkarır.
Kur’an, insanları açık bir şekilde düşünmeye çağırmaktadır:
“De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün(sümme tetefekkerû)!” Arkadaşınızda cinnetten eser yok! O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.”(Sebe’ 34/46)
Allah insanı evrene ve çeşitli evrensel tablolara bakmaya, onun eşsiz yapısını, sağlam düzenini düşünmeye teşvik etmektedir. Nitekim aynı şekilde insanı ilimleri elde etmeye, Allah’ın çeşitli ilim alanlarındaki sünnet ve yasalarını öğrenmeye yöneltmektedir. Biz, gözleme, düşünme ve araştırmaya yönelik olmak üzere bu çağrıyı Kur’an’da birçok ayette bulabiliyoruz.
“De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına bir bakın (fe’nzurû keyfe bede’e’l-halka).İleride Allah öteki oluşmaya da vücut verecektir. Allah, her şeye Kadir’dir.”(Ankebut 29/20)
“Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecekleri /işletecekleri akılları /kalpleri (lehüm kulûbün ya’kılûne bihâ), işitecekleri kulakları olsun (ev âzânün yesme’ûne bihâ). Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz(lâ te’mâ’l-ebsâru) ama beyinlerdeki (elletī fī’s-sudûri) akli melekeler (el-kulûbü) körleşir (velâkin te’mâ).”(Hac 22/46)
“Göklerin, yerin melekûtuna ve Allah’ın yarattığı şeylere bakmadılar mı (evelem yenzurû); ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? Peki, bu Kur'an'dan sonra hangi hadise /söze iman ediyorlar?”(A’raf 7/185)
“Bakmıyorlar mı (e-felâ yenzurûne) o deveye, nasıl yaratıldı!
Ve göğe ki, nasıl yükseltildi!
Ve dağlara ki, nasıl dikildi!
Ve yere, nasıl yayılıp döşendi!
Artık uyar /düşündür (fezekkir)! Çünkü sen bir uyarıcı / düşündürücüsün (innemâ ente müzekkirun).”(Ğaşiye 88/17-21)
“Şu bir gerçek ki
Göklerin ve yerin yaratılışında,
Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
İnsanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde,
Allah’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında,
Rüzgarların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde,
Gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda,
Aklını işleten bir topluluk için (likavmin ya’kılûne) sayısız izler-işaretler-ibretler vardır.”(Bakara 2/164)
“Size gökten su indiren de O'dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık. Hurma ağacının da tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümlerden bağlar, zeytin, nar çıkardık. Birbirine benzeyeni var, benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe! Bu size gösterilenlerde, elbette iman eden bir topluluk için (li kavmin yü’minûne), çok ibret vardır!”(En’am 6/99)
Kur’an’ın, “görgüye”, gözleme, düşünme ve araştırmaya ne kadar çok önem verdiğini bu ayetlerde çok açık görüyoruz. Kutsal kitabımız bu konuda değişik ve çeşitli üsluplarla ifade edilen daha başka ayetlerle doludur. Kur’an bu ayetlerde basit realist görüş denen kanaate uygun olarak insana bilgi vermeğe başlar. Onun beş duyusu ile kontrol edip edemeyeceği varlıklara dikkatini çeker, ama onlar hakkında derin ayrıntı vermez, onu insanın kendi araştırmasına, incelemesine ve aklını tüm melekelerini bütün eylem ve boyutlarıyla kullanmasına yükler ve bunları yapmaktan onu sorumlu tutar. İnsanın bilgisini artırması için hem tabii varlıklara, dağlara, ırmaklara, toprak ve taşa, yere, göğe ve gökteki varlıklara bakmasını ve onlarda gördüğünü düşünmesini ayrıca bu varlıklarda düşünmesine yönlendirecek birçok ayetlerin yani doğa yasalarının bulunduğunu ileri sürmektedir.
“Yeri uzatıp döşeyen ve onda oturaklı dağlar ve nehirler vücuda getiren O’dur. Bütün meyvelerden kendi içlerinde ikişer çift yaratmıştır O. Geceyi gündüze sarıp bürümektedir O. Bütün bunlarda derin derin düşünecek bir topluluk için (li kavmin yetefekkerûne) elbette ayetler vardır.”
“Yeryüzünde birbirine sırt vermiş komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla sulanırlar. Biz bunların, yemişlerde bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Bütün bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için (li kavmin ya’kılûne) elbette ki ibretler vardır.” (Ra’d 13/2-4)
“Hadi, insan bakıversin (fe’lyenzuri’l-insanü) kendi yiyeceğine!
Biz suyu döktükçe döktük. Sonra toprağı yardıkça yardık.
Böylece, size ve hayvanlarınıza geçimlik olarak yeryüzünde daneler /hububat ve üzümler, yoncalar ve zeytinler, hurmalar ve gür çimenli, sık ağaçlı bahçeler ve meyve, otlak bitirdik.” (Abese 80/24-32)
“Allah’ın gökleri ve yeri hak olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi yok eder, yepyeni bir halk getirir.” (İbrahim 14/19)
Bu ve benzeri ayetlerde tetkike, gözleme, düşünmeye, yer ve gökte bütün yaratıklarda, evrensel fenomenlerde ilmi araştırmaları yapmaya çok açık çağrı bulunmaktadır. Kur’an, insanı sadece doğadaki fenomenler üzerinde düşünmeye, bilimsel araştırmalar yapmaya yönlendirmemektedir. Kur’an, aynı zamanda insanı kendi nefsi, iç dünyası konusunda, onun biyolojik, psikolojik, ideolojik oluşumunun gizemini düşünmeye de teşvik etmektedir. O bununla da insanı biyolojik, fizyolojik, tıbbi, psikolojik ve sosyolojik alanlarda keşif ve icatlarda bulunmaya çağırmaktadır.[1]
Yüce Allah, bu ayetlerde belirledikleriyle kalmayıp insanın varlığı, yaşamını sürdüren, hayatına canlılık, neşe ve zevk katan, yaşamın her türlü tehlike ve olaylarına karşı hazırlıklı olmaya çağıran, yeryüzünü değişik, çok çeşitli canlı, cansız, doğup büyüyen, büyüyüp solan ve öldükten sonra tekrar hayata kavuşan varlıklara bakıp düşünmeye koyulmasını tavsiye eder. Kur’an, insanları böyle maddi yaşamın türlü neşe ve zevk veren çeşitli varlıklarla oyalanıp kalmalarını istemez. Onların bu durumları üzerinde akli melekelerinin hepsini işlevsel hale getirerek anlamaya, kavramaya, düşünmeye hem de taakkul, tefakkuh, tezekkür, tefekkür ile tedebbür etmeğe ve böylece tecrübe ve deneylerini işlevsel kılınan aklının verileriyle ilim ve bilgiye çevirmeye ve ondan gereği gibi yararlanmaya çağırır. Böylece elde edilecek ilmin, kesin bilgi olduğunu kabul eder. Kesin bilgisi olmadığı konularda ileri gidip aşırı davranarak hüküm vermenin kesin bilgi elde etme yöntemine aykırı olduğunu ve böyle yapmanın büyük sorumluluk taşıdığını anlatır:
“Hakkında bilgin (‘ılmin) olmayan şeyin /nesnenin ardına düşme (vela takfu)!
Çünkü kulak (inne’s-sem’a), göz (ve’l-basara) ve belleğin (ve’l-fuâde) hepsi bundan sorumlu tutulacaktır(mes’ûlen).” (İsra 17/36)
Bu ayette üç bilimsel esas ortaya konulmaktadır.
Birincisi, “ilim olarak bilmediğin şeye uyma” demekle bu kural ortaya konmuştur. Kur’an’a göre ilmin, kesin ve sağlam bilgi olduğuna değinmiştik. Bu kaide, ilim derecesinde kesinliği bilinmeyen, zan, tahmin, heves ve arzulara uyulmamasını bildiren ve ilim dışı yolların gerçeğe değil, sapıklığa götüreceğini anlatan birçok ayetlerde desteklenmiştir.[2] Gerçeğin ancak kesin bilgi ile bilineceğini ve bilindiği zaman onun peşinden gidilmesinin gerçeği elde etmenin en emin yol olduğunu ifade etmiştir.
İkincisi, gerçeğe götüren yolun doğru bir gözlem ile salim bir düşünce yani sağduyu /aklı selim muhakemesi olduğu bilinmelidir. Bu kulak (sem’a), göz (basar) ve fuâd sözleriyle ifade edilmiştir. Çünkü beyne gelen algılar ki yüzde sekseni göz ve kalan bölümü içinde en yüksek oranda kulak yoluyla (yüzde on bir oranında) alınmaktadır. Bu algılar, duyulardan önce belleğe gelerek orada kayıt altına alınırlar. Daha sonra akıl işlevsel hale getirilince de belleğe gelen bu algılar üzerinde düşünce eylemi başlar. Bu kaide ve ilkeyi destekleyen Kur’an’da geçen ayetler “aklın zihinsel eylemleri” olarak pek çoktur.
Üçüncüsü, Bu doğru gözlem ve dürüst düşünce ile ulaşılan gerçeğe insanın uyması ve uymadığı takdirde sorumlu olduğudur. Bu hüküm de ayetteki sorumlu, “mes’ûlen/ sorumlu olma” sözünün içerdiği anlamdır.
Bu üçüncü kaide, birinci ve ikinci kural üzerine kurulan bir ilke ve onların bir sonucudur. Aynı zamanda insanın doğru düşünerek hareket etmesinin ve doğruyu, sağlamı, hem aramanın ve bulunca uygulamanın tek garantisidir. Asıl olan, insanda gerçeği arama bilincinin uyanması ve insanın ondan sorumlu olduğunu bilmesidir. İnsanda bu şuur meydana gelince, gerçeği aramada da bilimsel yöntemi uygulamada da bilinci ve sorumluluğu vardır.[3]
Görülüyor ki Kur’an, ancak gözlem ve akla dayanan bilgiye ilim diyor ve onun gerçeği gösterdiğini açıklıyor. Kendi ilkelerini de bu gibi kesin bilgi ve ilim üzerine kuruyor. Gözlem ve deneye akıl derecesinde önem vermesine şaşmamalıdır. Çünkü “Allah, sizi, annelerinizin karınlarından çıkardı, hiçbir şey bilmiyordunuz(la ta’lemûne şey’en); şükredebilesiniz diye size işitme gücü (es-sem’a), gözler (ve’l-ebsâra) ve bellekler (ve’l-ef’idete) verdi”(Nahl 16/78) demekle insanın, doğarken bir şey bilmediğini ve sonradan akıl, gözlem, deney ile ilim elde ettiğini ileri sürmeye imkân vermiştir. Fakat Kur’an’ın burada kastettiği bireysel akıldır. Yoksa doğuştan var olduğu kabul edilen ilkeler ve bilgiler ancak külli akla göre olduğu söylenebilir.[4]
Kur’an, insanın biyolojik olgunluğunun yanında ideolojik yapısındaki selim akli melekenin zihinsel eylemlerinin tamamının işlevsel duruma getirilerek olgunlaştırılmasını en büyük bir ibadet olarak buyurmaktadır. Bunun için manevi sorumluluk ve yükümlülüğü de erginlik çağına girince vermiştir.
Kur’an, duyularla bellekleri birlikte kullandığı gibi, “Allah odur ki; sizin için işitme gücü (es-sem’a), gözler (ve’l-ebsȃra) ve bellekler (ve’l-ef’idete[5]) oluşturdu. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” (Müminun 23/78. Ayrıca bkz. En’am 6/46; Nahl 16/78; Ahkaf 46/26)
Kur’an, duyularla işlevsel kılınan aklı yan yana kullanmıştır; “O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar (summün), dilsizdirler (bukmün), kördürler (‘umyun). Bu yüzden akıllarını işletemez onlar (fehüm la ya’kılûne)”.(Bakara 2/171. Ayrıca bkz: Enfal 8/22; Yunus 10/22)
Daha sonra Kur’an, gözlem ile deneyin, araştırma ve inceleme yapmanın işletilen akılla ilgisini; duyularla, beynin ve beynin içindeki akli melekelerle belleklerin tümünü birlikte aynı ayette kullanmıştır:
“Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri (kulûbün /akılları) olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar(ya’kılûne bihâ), kulakları (âzânün) olsun da onlarla işitsinler (yesme’ûne bihâ). Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler (el-ebsâru) kör olmaz (lâ ta’mâ) ama beyinlerdeki (fȋ’s-sudûri) kalpler (el-kulûbü /akli melekeler) körleşir.”(Hac 22/46)
Kur’an’da geçen “Sadr (çoğulu sudûr)” sözcüğü “beyin” demek olup, selim aklın da beyinde bulunduğu Kur’an’da bu ayette “el-kulûbü elletī fī’s-sudûri = sadr’ların /beyinlerin içindeki kalpler /selim akıllar” ifadesiyle tanımlanmaktadır.
Duygu, gözlem, deneyden söz eden, ayrıca aklın işletilmesiyle bilgi ve ilim elde edileceği ilgili ayetlerde Kur’an’ın bugün ve gelecekte ilim anlayışına ışık tutacak ilkelerini; her zaman sağlam ilim yapma ve ona dayanmaya verdiği önemi, bu çalışmaların gerçekleşebilmesi için insandaki ideolojik /zihinsel yapının gücü ve bunların kullanımını da yine kutsal kitabımızdan öğrenmekteyiz. İşte bu açıdan bakıldığında ortaya şu gerçek çıkmaktadır: Bilimsel çalışmaların yapılabilmesi, diğer bir ifadeyle çalışmaların ilmi olması için, ilmin ne olduğunu ve ne olmadığını, ne ile elde edilebileceğini ve hangi araçla nasıl bir bilginin yapılacağını; neye ilim denilip neye ilim denilmeyeceğini bilme zorunluluğu vardır.
Kur’an, problemlerin çözümünde bize sistematik mantıklı düşünmenin genel olarak izleyeceği yolun açık örneklerini vermektedir. Kur’an’ın problemlerin halledilmesinde hassas ve açık düşünme eylemini ne şekilde nitelediğini görmekteyiz.[6]
Kur’an her şeyden önce ilmi nitelendirmekte ve bilgiye çok büyük önem vermektedir:
“Kulları içinde Allah'tan ancak bilginler ürperir. Allah Aziz’dir, Gafur’dur”(Fatır 35/28) demekle Kur’an, sadece bilginin önemini vurgulamakla kalmayıp aynı zamanda bilgi sahibi kişiler (alimler) için ulaşılması gereken en yüce dereceyi de belirlemektedir.
İlmin, bilgi olarak değerini en açık bir şekilde sergileyen şu ayet; “Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak lübb akıl sahipleri düşünüp ibret alır. (innemâ yetezekkeru ûlû’l-elbâb)”(Zümer 39/9) Kur’ani çerçevenin bilimsel bağlamını belirlemekte yeterlidir. Bu, o kadar net bir şekilde dile getirilmektedir ki Peygamberimiz Saygıdeğer Muhammed (a.s); “Rabbim, ilmimi artır!”(Ta-Ha 20/114) diye dua etmekle emir olunmuştur. Bu ayetlerde olduğu gibi diğer birçok ayetlerden,[7] dolaylı olarak bilginin önemine işaret eden anlamlar çıkarmak mümkündür.
Bütün bunların daha göze hitap eder bir duruma gelebilmesi için sayısal ifadeler de kullanılmıştır. Bilginin, bilimsel bağlamda önemini gösteren bir istatistiksel ifadeye göre “ilim (bilgi)” kökünden kelimeler tüm türevleriyle Kur’an’da sekiz yüz elli dört kez kullanılmıştır.[8] Kur’an’ın tümü ise, yetmiş sekiz bin kelime olduğuna göre her yüz kelimeden bir tanesi “ilim” kökünden gelen bir sözcüktür. Ancak ilim /bilgi ile ilgili olup, hikmet, sadr, kalp, fuad, vahiy, akıl, düşünce, taakkul, tefakkuh tefekkür, tezekkür, tedebbür, tefehhüm, zekâ, tezekki, tezkiye, sefih, nefs, hicr, mütevessim, hilm, mirre, ûlû’n-nühâ, ûlû’l-ebsâr, ûlû’l-elbâb, ûtû’l-kitap, nazar, basīret vs gibi kelimeler bu istatistiğe dâhil değildir. Bütün bu sayısal göstergeler İslam/Kur’an dünya görüşünde, bilginin/ilmin ne kadar önemli bir yer işgal ettiğini göstermektedir.[9]
Bilgi, beyin, akıl, düşünme, duyu organları ve kitap ile doğrudan ilgili aşağıdaki kavramların Kur’an’da kaç kez kullanıldıklarına baktığımızda yaklaşık iki bin yüz seksen civarında olduğunu tespit edebiliyoruz:[10]
Sadr (43 kez), kalp (168), fuad (16), vahiy (78), akıl, taakkul (49), tefakkuh (20), tefekkür (18), tezekkür (292), tedebbür (4), şuur (41), tefehhüm (1), zekâ, tezekki, tezkiye (59), rüşt (19), sefih (11), nefs (295), hicr (1), mütevessim (1), hilm (1), mirre (1), ûlû’n-nühâ (2), ûlû’l-ebsâr (7), ûlû’l-elbâb (16), ûtû’l-kitap (16), ûtû’l-ilm (10), nazar (3), sem’a (183), basar, basiret (148), hikmet (209), kitap (322), tilȃvet (63), kıraat (88), tertil (4)…
Konuya bir de şu açıdan baktığımızda şunu görebiliyoruz:
Tüm Kur’an altı bin üç yüz küsur ayetten oluşuyor. İlim, beyin, akıl, düşünme, duyu organları, kitap, tilavet, tertil ve okumak kavramlarıyla doğrudan ilgili kelimelerin kutsal kitabımızda her birinin geçtiği yerlerin toplamını ayet bağlamında düşünürsek, neredeyse Kur’an ayetlerinin yarısı dönüp dönüp bu konuya işaret etmektedir ki bu, bilgi çağını da yüzyıllar önce Kur’an’ın başlattığının açık delilidir/işaretidir.
Peygamberimiz Saygıdeğer Muhammed’in (a.s) döneminden önce, okumaktan daha çok, dinlemek önemli idi. Yüce Allah, Kur’an ile okumayı, araştırmayı, kalemle yazmayı ve ilmi öne çıkardı. Yüce Allah:
* Önceki peygamberlere; “Ve ben seni seçtim; o halde vahiy edilecek olanı dinle (fe’stemi’)!”(Ta-Ha 20/13)“Dinle!” derken;
* Saygıdeğer Peygamberimiz Muhammed’e “oku!” demiştir:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku (ikra’)!”(‘Alak 96/1) “Oku! Rabbin Ekrem'dir /en büyük cömertliğin sahibidir.”(‘Alak 96/3)
“Yahut buna biraz ekle! Ve Kur'an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku (ve rattili’l-Kur’âne tertīlen)!”(Müzzemmil 73/4)
“Kitap'tan sana vahiy edileni oku (etlü /tilavet et)!”(Ankebut 29/45)
Yüce Allah, “Kendisine kulluk edip teslim olmak” ve “Kur’an okumak”la görevlendirdiğini Elçisi Muhammed’e (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı haram (dokunulmaz) kılan bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmekle emir olundum. Ve ben Müslüman olmamla ve Kur’an’ı okumamla emir olundum (ve en etlüve’l-Kur’âne). Artık kim doğru yolu bulursa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim de saparsa hemen ‘Ben sadece uyarıcılardanım’ de.”(Neml 27/91-92)
Bu ayetlere bakınca “kıraat”, “tilavet”, “tertil” kökünden buyruklarla “okumanın “Kur’an muhatabına, İslam’da birinci görevin ve en büyük ibadetin hem İslam’ın hem de imanın şartı olarak önerildiği görülecektir. İdeal bilgi toplumu ve uygar olmanın olmazsa olmazı, eğitim almak, öğretim görmek, yani okumaktır.[11]
Kur’an, “oku!” buyruğu ile eğitim ve öğretim faaliyetinde üstünlüğü “kulaktan /dinlemekten” alıp “göze /görmeye” vermiştir. İnsanlık tarihi için bu buyruk, yeni bir çağ açma bağlamında devrim niteliğindedir. Artık genelde insanlık, özelde Müslümanlar, okuyarak yani araştırarak ilme /bilgiye ulaşacaklardır. Yetişkin insanlar, yetişkin toplumlar, “dinlemekten” çok, “okuyarak” kendilerini eğitmelidirler. İdeal bilgi toplumu, “okuyan”, “araştıran”, “düşünen”, “bilim ve uygarlık üreten” insanların çok çalışmalarıyla kurulup yücelecektir. Toplumların yetkinliği, selim akli melekelerini tüm zihinsel eylem ve mantıklı sisteematik düşünmenin boyutlarıyla kullanarak hem biyolojik hem psiko-ideolojik rüşte erişleriyle doğru orantılı olacaktır.[12]
Sedat Şenermen
Kaynakça
(1) Prof.Dr. M.Osman NECATİ, Kur’an ve Psikoloji, (Tercüme: Dr.Hayati AYDIN), Ankara, 1998, Fecr Yayınevi, s.113-114.
[2] Bkz. YÜCE KUR’AN BAKARA 2/120; ÂL-İ İMRÂN 3/66; EN’AM 6/119, 140, 144; RA’D 13/37; NAHL 16/25; NEML 27/42; ANKEBUT 29/49; CASİYE 45/24.
[3] Prof.Dr. Hüseyin ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, İstanbul, 1982, Furkan Yayıncılık, s.39-40.
[4] H.ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.40.
[5] Ef’ideh, fuâd /bellek sözcüğünün çoğuludur.
[6] Bkz. M.Osman NECATİ, Kur’an ve Psikoloji, s.115-119 (Problem Çözümünde Düşünce Evreleri).
[7] Örnek olarak bkz. ȂL-İ İMRȂN 3/18; NİSA 4/157; EN’AM 6/119, 140, 144; NAHL, 16/25; LOKMAN 31/20.
[8] M.Fuad ABDÜLBAKİ, Mu’cemu’l-Müfehres, Beyrut, 1987, s.469-481, “’A-l-m” md.
[9] Alparslan AÇIKGENÇ, Bilgi Felsefesi, İslam Bağlamında Bilgi, Bilimden Sistem Felsefesine, İstanbul, 1992, İnsan Yayınları, s.47.
[10] M.Fuad ABDÜLBAKİ, Mu’cemu’l-Müfehres, kelimelerin her birinin geçtiği ilgili sahifelere bakınız.
[11] Prof.Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an’ı Tanıyor Musunuz? (O’nu Hiç okudunuz Mu?), İstanbul, 2013, 5.Basım, s.95.
[12] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Kur’an’a Göre İdeal Toplum, İstanbul, 2012, s.49-50.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Gerçekler Konuşulsun Artık
27 Şubat 2021, 18:07 -
Sedat Şenermen l Gıda Emperyalizmi
27 Şubat 2021, 14:04 -
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
28 Şubat 2021, 00:26 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22 -
Rifat Serdaroğlu l Ayaklı Virüs Gibi
24 Şubat 2021, 18:07 -
Rifat Serdaroğlu l Dünyanın En Büyük Yalanı
22 Şubat 2021, 17:03 -
Rifat Serdaroğlu l Bunların Sorumlusu Kim?
21 Şubat 2021, 15:40 -
Rifat Serdaroğlu l Sen Nasıl Bir Yüzsüzsün Ya?
20 Şubat 2021, 11:43 -
Sedat Şenermen l Kayıt Dışı Din
20 Şubat 2021, 11:21