Sedat Şenermen l Kur'an'ın İndirilişinin Çok Önemli İki Amacı 04 Eylül 2020, 15:50
KUR’AN’IN İNDİRİLİŞİNİN ÇOK ÖNEMLİ İKİ AMACI
“Bu, temiz akıl sahipleri (ûlû’l-elbâb) onun ayetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.” (Sad 38/29)
Bu ayette geçen “kitap” Kur’an‘dır. Henüz Kur’an tamamlanmadan ona “kitap” denmiştir. Zaten “kitap” “yazılı bir parça” demektir. Kur’an’ın tamamına “kitap” dendiği gibi, bir parçasına da “kitap” denir. Bu anlamda “kitap” ve “Kur’an” aynıdır. [1]
“Mübârek” sözcüğü, “hayır ve mutluluğu bollaştıran” demektir. Ayet kısaca, bu eşsiz Kitap ile ilişki kuranların, her türlü yararı; maddî ve manevî bolluğu elde edeceğini bildirmektedir.[2]
“Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler (li-yeddebberû) ve aklını işletenler öğüt alsınlar diye indirdik.”
Bu ayet, Kur’an’ın niçin indirildiğini açıklamaktadır.
Kur’an mübarektir. Bu Sad suresinin başında Kur’an’ın şeref sahibi olduğu söylenirken, bu ayette onun mübarek olduğuna işaret edilmektedir. Mübarek, “kutsal, hayır ve bereket dolu” manalarına gelmektedir.
1. Kur’an’ın İlk Amacı Aklını Kullanmasının Önemini Öğretmektir.
Kur’an’ın amacı, insanı düşündürmek, yani ona aklını kullanmasının önemini öğretmektir.
Ayette geçen “li-yeddebberû” sözcüğü “Debbera” fiilindendir. Bu fiilin Kur’an’da geçen bazı kullanımlarına göre manalarını kısaca şöyle belirtebiliriz:
- Anlamak (Nisâ 4/82),
- Kalıntı (En‘âm 6/45),
- Kök (Enfâl 8/7),
- Yönetmek (Yûnus 10/3, 31),
- Arka (Yûsuf 12/25),
- Düşünmek (Sâd 38/29),
- Sırtını dönmek (Me’âric 70/17),
- Çekip gitmek (Müddessir 74/33; Tûr 52/49) ve
- Yerine getirmek (Nâziât 79/5).
Düşünmenin bütün bu manalarla ilgisi vardır.
(a) “Yönetmekle” düşünme arasındaki bağlantı şudur:
Düşünmesi en güçlü olanlar toplumu yönetecektir. Düşünemeyen, düşünce üretemeyenler yönetici olamaz ve olmamalıdır. Bu yönetim, kişinin kendi iç dünyası ve davranışları ile ilgili olabileceği gibi toplumun yönetimi de olabilir.
(b) “Sırtını dönmek” ile düşünmenin bağlantısı şudur:
Düşünce ve düşünmek beyindeki selim aklın hareketsizliğine ve eylemsizliğine sırtını dönmektir. Beyindeki selim aklın tembelliğine sırtını dönemeyen mantıklı düşünemez. Düşünmek, bilgisizliğe, cehalete ve zihinsel üretimsizliğe sırtını dönmektir. Düşünmek tedbirsiz, plansız ve heyecana dayalı duygusal davranışlara sırtını dönmektir. Düşünmek, inkâra, şirke sırtını dönüp, yüzünü Allah’a ve tevhit inancına çevirmektir. Düşünme, sırtını nefsine dönmektir.
(c) “Çekip gitmek’le de düşünmenin ilgisi vardır.
Gündüz gelince gece nasıl çekip gidiyorsa (Müddessir 74/33); aklıselimin düşünme ışığı gelince cehaletin ve nefsin karanlığı da çekip gidiyor. Düşünmeden oluşan düşünce gelince kavga, kargaşa, düşmanlık, kin ve bozgunculuk çekip gidiyor.
(d) “Yerine getirmek”le de düşünmenin ilgisi vardır.
Nâziât 79/5’te olduğu gibi, düşünme işi düzenler, düşünme insana üretilen düşünce ile görevini yerine getirttirir. Allah’a, kendine, ana-babasına, toplumuna ve insanlığa karşı olan görevlerini yerine getirmesini öğütler. Düşünemeyen insanlar görevlerini yerine getiremezler.
(e) “Kalıntı” anlamı, aslında kelime “kök” anlamını da çağrıştırmaktadır. Onun için En‘âm 6/45 ile Enfâl 8/7’yi beraber ele alacağız. Düşünen insanlar bir toplumun, insanlığın köklerini yaparlar, ağacın kökleri toprağa nasıl işliyor, hem gıda alıyor ve hem de sağlamlaştırıyorsa, düşünme de bir toplumun veya tüm insanlığın gıdasını sağlayan kökler ve sağlam durmasını sağlayan erdemlerin kaynağıdır. Onun için düşünen adam dediğimiz mütefekkir insan yetiştiremeyen milletler köksüz kalırlar, ne gıda alabilirler ne de sağlam olarak ayakta kalabilirler.
Diğer taraftan onların geri bırakacakları bir kalıntısı da yoktur. Bakınız, dünya milletleri düşünürleri, bilginleri, tefekkür ve tedebbür ederek düşünce üretenleri ile anılıyorlar. Filozoflar, mütefekkirler veya âlimler ölseler bile onların ölümü milletlerine gıda oluyor, onların omuzlarında milletleri şeref kazanıyor, anılıyor ve geleceğe uzanıyor.
(f) “Arka” ile de düşünmenin bir ilgisi vardır.
Düşünmek demek, problemlerin arkasını görmek, arkasına uzanmaktır. Arka planını görmek, nereye doğru aktığını ve nereden çıkıp geldiğini görebilmek demektir. Onun için dübur, “insanın oturağı, arkası” demektir. İnsan makatından işe yaramayanları çıkarır. Düşünme de bu ayette dübur kökünden türemiştir. “Hurafe, asılsız, bid‘at, işe yaramayan, pislikleri boşaltıp manevî alana gıda olan şeyleri ürettiği” için bu sözcükten getirilmiştir.[3]
İşte Kur’an’da ta‘akkul, tefakkuh, tezekkür ve tefekkür, sözcükleri düşünmek anlamına gelmesine rağmen, Yüce Allah, bu ayette tedebbür kelimesine neden yer vermiştir?
Esasen mantıklı düşünmek eylemi selim aklın sırasıyla ta‘akkul, tefakkuh, tezekkür ve tefekkür aşamaları birinden diğerine geçerek yapılmaktadır. Tedebbür bu dört aşamadan sonra ulaşılan zihinsel eylemdir. Demek ki ayette kastedilen mantıklı düşünme zihinsel eyleminin tamamının yapılmasıdır. Böylece sorunun cevabını bu açıklamalarımızla vermiş oluyoruz.
“Düşünsünler diye” ayette buyrulduğuna göre, düşünmek Kur’anca bir ibadet olmaktadır.
Kur’an, Tefekkürün Nasıl Yapılacağını Açıklıyor
“Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün art arda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş’in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler /göstergeler vardır.” (Âl-i İmran 3/190-194)
Bu ayetler, nasıl tefekkür edilmesi gerektiği hususunda güzel bir örnektir ki böyle tefekkür edenler, “ûlû’l-elbâb” olarak nitelenmektedir.
Göklerin ve yeryüzünün yaratılışı ve bunun akıl sahibi kimseler için ayet oluşu daha önce de konu edilmişti:
“Şüphesiz ki;
* Göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
* İnsanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
* Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
* Yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
* Rüzgârları evirip çevirmesinde,
* Gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler /göstergeler vardır.” (Bakara 2/164)
Bu ayetlerin dışında da afaktaki (insanın dışındaki) ayetlere yönelik Kur’an'da yüzlerce ayet bulunmaktadır.
Allah, afak ve enfüsteki (insanın dışındaki ve içindeki) ayetlerin düşünülüp incelenmesini istemekte ki bunlar, düşünülüp incelendiğinde, Allah’tan başka kimsenin bunları yapamayacağı; zerreden küreye hiç bir varlığın batıl olarak (amaçsız olarak, oyun olsun diye) yaratılmadığı anlaşılır:
“Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak oluşturmadık.”
“Biz, o ikisini sadece hak /gerçek ile oluşturduk. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (Duhân 44/38-39)
“Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna oluşturmadık. Bu, kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı şu kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilerin vay hâline!” (Sâd 38/27)
“Peki, siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminûn 23/115)
Bunları gözlemleyip araştırarak Allah’a iman etmek, imanın taklitten uzak ve makbul olmasına vesile olur. O nedenle, “Tefekkür eden, kavrama yetenekleri olanlar için nice ayetler vardır” buyrulmuştur.[4]
2. Kur’an’ın İkinci Amacı Muhatabına Selim Aklını İşlettirerek Öğüt Almasını Sağlamaktır.
“Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklını işletenler öğüt alsınlar (li-yezzekkera) diye indirdik.”
Ayette geçen “li-yezzekkera” sözcüğü “Zikr” kökündendir. “Zikr” sözcüğü ise, “anma, hatırda tutma, din kitabı (öğüt kitabı) ve öğüt” anlamlarına kullanılmaktadır (çoğulu, zükûr, ezkâr).[5] Dinsel kültürde “Allah’ı anmak ve unutmamak suretiyle gafletten ve nisyandan kurtuluş” anlamında kullanılır.[6] Zikr, dil veya kalp/akıl ya da her ikisiyle birlikte yapılır.
Kur’an’da türevleriyle birlikte birçok ayette geçen zikir, Allah’ı dille hamd, tespih ve tekbir şekliyle her türlü noksanlıklardan arındırarak yüceltmek; nimetlerini anmak, bunları kalple/akılla duyumsamak ve tefekkür etmek; Allah’a kulluğun gereklerini aklıselim, beden ve mal ile yerine getirmek; zihinsel ve malî destek kurumlarıyla toplumu uyandırmak, sahip çıkmak; Yüce Allah’tan dua ile bağışlanma dileğinde bulunmak; evren, insan, Kur’an kitapları üzerinde araştırmalar yaparak düşünmek, bilim, sanat ve teknolojiler üretmek anlamlarını içermektedir. Ayrıca Kur’an, çnceki ilahi kitaplar, levh-i mahfuz, vahiy, ilim, haber, beyan, uyarı, öğüt, şeref, ayıp ve unutulmanın zıddı gibi de ayetlerde geçmektedir. Kur’an’da, Allah’ın içten yalvararak ve haşyet/saygı duyarak alçak sesle sabah akşam çokça zikir ve tesbih edilmesi buyrulmuştur.[7] O’nun zikrinin her şeyden üstün olduğu vurgulanmış (Ankebut 29/45), Allah’ı anmanın bütün ibadet ve itaatlerden önemli sayıldığı ayetlerde açıkça ifade edilmektedir. “En büyük olma (ekberiyet)” vasfıyla nitelenen zikir, “Yalnız beni anın ki ben de sizi anayım” (Bakara 2/152) ayeti dikkat çekicidir. “Babalarınız andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın” (Bakara 2/200). “Allah’ı, O’nun size gösterdiği gibi zikredin” (Bakara 2/198).
“Ant olsun, size bir kitap gönderdik ki öğüt ve uyarınız yalnız ondadır”(Enbiya 21/10).
Kur’an’da birçok ayetteki “zikr” sözcüğünün, “öğüt” anlamına geldiği bilinmektedir. İlgili ayetlerde geçen bu sözcük, zikr’in ancak “öğüt almak”, “alınacak öğüt üzerinde düşünerek çözüm üretmek” işleviyle mümkündür. Bir başka ifade ile söylemek gerekirse, insanı geçmişteki hatalarına tövbe ettirmeye yönelten ve geleceğe yönelik olarak ona uyarıda bulunan zikr ancak “öğüt” ve “öğüt alıcı düşünce üreterek” olacağı şeklinde anlamlandırılabilir. Kur’an’ın (öbek öbek, necm necm gönderilmiş tüm ayetlerinin) zikr “öğüt” olduğu Kur’an’da yüzlerce ayette bildirildiğine göre, “öğütleri zihne iyice yerleştirenler”in de yine “Kur’an ayetleri” olduğu kesinlik kazanmaktadır.
Allah, Kur’an’ı tam 55 nitelikle tanıtmaktadır. Sayılan özelliklerin tümü de, “Resûl, Furkân, Rûh, Nûr, Zikr, Mübîn” gibi Kur’an’ın sıfatlarındandır. Ayetleri mucize yapan bu özellikler, beşer kurgusu olmayıp Allah tarafından lütfedilmiştir. Ayrıca bu özelliklerden hiçbiri Allah’ın kitabının dışındaki kitaplarda mevcut değildir.
“Zikr” kökünden türevlerinin geçtiği ayetlerde zikrin kalp/akıl huzuruna, kurtuluşa ve bağışlanmaya vesile olacağı vurgulanmıştır.[8] Mal ve evladın inananları Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiği (Münâfikûn 63/9), gerçek müminlerin ticaret ve alış-veriş gibi dünya işleri sırasında bile Allah’ı anmaktan geri durmayacakları (Nur 24/37) belirtilmiştir. Öte yandan münafıkların Allah’ı çok az andıkları (Nisa 4/142), Allah’ın zikrine karşı kalpleri /akılları/zihinleri katı/kapalı olanların açık bir sapıklık içinde bulundukları (Zümer 39/22) beyan edilmektedir.[9]
İşte bu “zikr” kökünden gelen yezzekkera, tarihten, geçmişten ders, ibret ve öğüt alarak benzer sorunlar üzerinde aklın ve bilimin verilerini de katarak enine-boyuna düşünerek çözüm üretmek anlamına gelmektedir. İşte “Kur’an, selim aklı harekete geçirmek, öğüt/ibret alarak düşünmek için gelmiştir” dememiz böylece en uygun bir çıkarım olacaktır. Yüce Allah bu ayette, lübb denen akla yer vermekle, aklın bir taraftan problemlerin arkasını göreceğini, bir taraftan meselelerin özüne ineceğini, öte taraftan da meselelerin özünü dışarı çıkartacağını ifade etmiş olmaktadır.
Esasen ayette geçen “Lüb akıl sahipleri/ûlû’l-Elbâb” ifadesi ile de “birleştirici, bütünleştirici toplumsal ortak akıl” kastedilmektedir. Çünkü Kur’an “bilge toplum” olmayı amirdir (Hud 11/116). Bilge toplumu oluşturanlar “Lüb akıl sahipleri” olmaktadır. Lüb akıl, mantıklı sistematik düşünmenin taakkul, tefakkuh, tezekkür, tefekkür, tedebbür aşamalarından sonra oluşan aklıselim/kalbi selimdir.
Yüce Allah, Kur’an’ı göndermeden önce insanlarda iki önemli noksanlık görmüş ve bu noksanlıkları gidermek istemiştir.
* Bunlardan biri aklını kullanıp düşünememeleri,
* Diğeri de aklını kullanıp öğüt alamamalarıdır.
Toplumda ne aklını kullanan ne de öğüt veren ve alan vardı. Yüce Allah, insanın bu yeteneklerini harekete geçirecek mübarek kitabı göndermiştir. Onun için Kur’an, bereketlidir, kutsaldır, mübarektir ve hayır doludur. Din eğitimi Kur’an, akıl ve düşünmeyi bir araya getiren eğitim olmalıdır. Din eğitimi faaliyeti, aklı ve düşünmeyi Kur’an’a yaklaştırmalı, onunla yoldaş yapmalı, ondan öğütler almalı, Kur’an’a saygının ona akılla yaklaşmak olduğunu anlatmalı, öğretmeli ve beyinlere kazımalıdır.
Tevhit inancından sonra belki de dinin en önde gelen davası, akıl ve düşünmeyle Kur’an’ı bir araya getirmektir. İnsan düşüncesinin, aklının önüne barikatlar, engeller ve dikenler konmuştur. Bu engeller, bu dikenler ve bu tuzaklar kaldırılmalı, temizlenmeli ve onların önü açılmalıdır. Yüce Allah Kur’an’ı akla, düşünmeye emanet etmiştir; bu emaneti yerine getirmek gerekiyor; ihanet etmek değil. Aklı ve düşünmeyi Kur’an’ın yanına koyup ona yoldaş yapmayanlar, aklı ve düşünceyi kenara itip Kur’an’a sahte saygı gösterenler emanete ihanet etmişlerdir, ediyorlardır ve muhtemelen ileride de edeceklerdir. Gelecekte bunun böyle olmamasını sağlayacak olan unsur da din eğitimidir.[10]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Prof.Dr. Süleyman ATEŞ, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1990, c.7, s.468.
[2] Hakkı YILMAZ, Tebyînü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.2, s.163.
[3] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.16, s.259-260.
[4] H.YILMAZ, Tebyînü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.2, s.164.
[5] H.YILMAZ, a.g.e., c.1, s.619.
[6] Prof.Dr. Reşat ÖNGÖREN, “ZİKiR”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2013, c.44, s.409.
[7] Bkz. A’RAF 7/205; AHZAB 33/41-42.
[8] Bkz. ENFAL 8/45; RA’D 13/28; AHZAB 33/28; CUM’A 62/10.
[9] R.ÖNGÖREN, “ZİKiR”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.44, s.409.
[10] B.BAYRAKLI, a.g.e., c.16, s.261.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Esir Miyiz/Rehin Miyiz?
04 Mart 2021, 19:47 -
Rifat Serdaroğlu l İnsan Haklarını Eyleme Planı
03 Mart 2021, 12:41 -
Rifat Serdaroğlu l Bir Duruşu Olmalı İnsanın!
03 Mart 2021, 10:50 -
Rifat Serdaroğlu l Gerçekler Konuşulsun Artık
27 Şubat 2021, 18:07 -
Sedat Şenermen l Gıda Emperyalizmi
27 Şubat 2021, 14:04 -
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
28 Şubat 2021, 00:26 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22 -
Rifat Serdaroğlu l Ayaklı Virüs Gibi
24 Şubat 2021, 18:07 -
Rifat Serdaroğlu l Dünyanın En Büyük Yalanı
22 Şubat 2021, 17:03