Sedat Şenermen l Kur'an'da Bilgi Teorisi 16 Ekim 2020, 16:56
KUR’AN’DA BİLGİ TEORİSİ
Kur’an, evrene “Allah’ın ayetleri” demektedir.
Kur’an, muhatabını üç tür bilime özendirmeye /isteklendirmeye derin ilgi duymuştur.
Birincisi tarih bilimidir. İlk tarih filozofunun Müslüman İbni Haldûn olması bir rastlantı değildir. Kuşkusuz bu, coğrafyanın incelenmesini de içine almaktadır. Müslümanların coğrafyaya olan hizmetleri konusundaki hakları henüz tam teslim edilmemekle birlikte, bu alana yaptıkları katkılar artık bir sır değildir.
İkincisi Kur’an, çokça değindiği fizik âlemle yakından ilgilenmektedir.
Üçüncü inceleme alanı bizzat insanın kendisi, yani davranışı ve psikolojisidir.
Kur’an, dış âleme âfâk derken, insanın iç doğasına enfüs demektedir. Böylece her üç alan tarih (coğrafya), kâinat ve beşeri davranışa ait iç kanunlar, Kur’an’a göre, Allah’ın ayetleriyle doludur ve insanlık için hidayet ilkelerini vermektedir. Kur’an’a göre, bilim bir tevhittir ve o halde, parçalanamaz. [1]
Kur’an, ayetlerden anlamlı sonuçlar çıkarmak için aklı çalıştırmayı kaçınılmaz kılmıştır.[2] Yer ve gök ayetlerle doludur. Bu ayetleri, bilgin bir dille, sanatçı başka bir dille, filozof ve mistik daha başka bir dille ifade eder. Esasında ayetler sayılamayacak kadar çoktur. Bir tek ayet binlerce dilden, binlerce eğilim ve meslekten konuşur. Konuşturabildiğiniz, konuşabildiğiniz kadar konuşur.
Kur’an bize bildiriyor ki, “indirilmiş kitap” yanında bir de “yaratılmış kitap” vardır. Bu ikincisi, evrendir. Yine Kur’an bildiriyor ki, Yaratıcı Allah’ın bir de bu iki kitabı okuyacak şuurlu bir kitabı vardır: İnsan. Kur’an ve evren kitaplarının ‘okunan kitap’[3] olmalarına karşın, insan, “okuyan kitap”tır. Gerçekten de insan, kitap okuyan kitaptır.[4]
Okuyan kitap insan, kendisini ve diğer iki kitap olan Kur’an ve evreni ne ile nasıl okuyacak? Akıl ile hem de beynindeki tüm akli melekelerini bütün eylem ve boyutlarıyla işlevsel hale getirerek okuyacak… Bu konuda indirilen kitap Kur’an işe akılla ilgili sorular sormakla başlıyor:
*Aklınızı işletmiyor musunuz?[5]
*Akıllarını işletmediler mi?[6]
*Akıllarını işletmiyorlar mı?[7]
“Yemin olsun tan yerinin ağarma vaktine, on geceye, çifte ve teke, yola koyulduğu zaman geceye. Nasıl; bunlarda akıl sahibi için bir yemin var mı (hel fȋ zâlike kasemün lizî hicrin [8]).” [9]
Kur’an’ın en çok sorduğu soru aklın işletilmesiyle ilgili sorudur. Kur’an’ın, kullanımına sınır koymadığı tek değer akıl ve onun temel üretimi olan ilimdir.[10]
Akıl ile Kur’an’ı bir araya getiren halk, yücelmeye layık hale gelir.[11]
Kur’an, bilgiyi çeşitlere ayırır, kaynaklarını gösterir ve hangi kaynağın ne durumda olduğuna işaret eder.
1. Kur’an, BİLGİyi Üçe Ayırmaktadır
(1) İlim. Kesin bilgi anlamınadır ve bazen onun yerine “burhan” kullanılmaktadır:
“Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt (burhȃnün) gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.” (NİSA 4/174)
“Sen onların öz milletlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmazlar. De ki: "Allah'ın kılavuzluğu erdirici kılavuzluğun ta kendisidir."
“Sana ilim (minel-‘ılmi) geldikten sonra bunların boş ve iğreti arzularına (ehvȃehüm) uyarsan, Allah katından ne bir Veli'n olur ne de bir yardımcın.” (BAKARA 2/120)
“Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.”
“Eğer sana, ilim (mine’l-‘ılmi) geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına (ehvȃehüm) uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.” (BAKARA 2/145)
BAKARA 2/120 ve 145. ayetlerde geçen “ilim” ve “burhandan” maksat vahiydir.
(2) Zan. “Dediler ki: "Şu dünya hayatımızdan başkası yok. Ölüyoruz, diriliyoruz. Bizi zamandan başkası helâk etmiyor." Onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Sadece sanıda (in hüm illa yezunnȗne) bulunuyorlar.” (CASİYE 45/24)
(3) Kuruntu, yalancılık[12] (BAKARA 2/120’de geçen hevâ / çoğulu ehvȃe gibi).
“De ki: "Eğer doğru sözlü iseniz, Allah katından, bu ikisinden daha aydınlık bir kitap getirin, ben ona uyayım."
“Bunun üzerine sana cevap veremezlerse bil ki, onlar sadece iğreti arzularına (ehvȃehüm) uyuyorlar. Allah'tan bir kılavuzluk olmaksızın, kendi arzularına uyandan (mimmeni’ttbe’a hevȃhü) daha sapık kim vardır! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (KASAS 28/49-50)
2. Kur’an, bilgi kaynağını Üçe Ayırır
(1) Duyular ki maddi âlemde geçerlidir.
(2) İdeolojik yapı ve burada bulunan akıl (akli melekeler).
(3) Vahiy. Kur’an, vahye ilim diyor ve onun diğer ilimlerle aynı derecede kesin olduğunu ifade ediyor:
“Eğer size cevap veremedilerse artık bilin ki o (Kur’an), ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka da ilah yoktur. Artık Müslüman oluyor/Allah’a teslim oluyor musunuz?” (HUD 11/14)
(İbrahim): “Babacığım, bana ilimden, sana ulaşmayan bir nasip geldi. O halde bana uy ki, seni düzgün bir yola ileteyim.” (MERYEM 19/43)
(Muhammed): "İlim, ancak Allah katındadır. Ben size, bana vahyedileni tebliğ ediyorum. Fakat sizin, cahillik edip duran bir toplum olduğunuzu görüyorum’ dedi” (AHKAF 46/23)
“De ki: "İlim Allah'ın katındadır. Bana gelince, ben ancak açıkça uyaran biriyim.” (MÜLK 67/26)
İdeal toplum, aklın, imanın, bilginin ve sevginin halkın iç dünyasından sosyal ilişkilere akması, orada yuvalanması, orada yeşermesi ve orada hedefine ulaşmasıdır. İdeal toplum, ideal insanların bir araya gelmesinden oluşur. İdeal insan da aklın, doğru bilginin, doğru imanın ve karşılıksız sevginin bir araya gelmesinden oluşmaktadır. Akıl ile doğru bilgi insan zihnini, doğru iman ile menfaatsiz sevgi de kalbi /aklı /gönlü temsil etmektedir. Toplumsal yaşamda da;
* Akıl, lideri;
* Bilgi /ilim, eğitimi;
* Doğru iman ile menfaatsiz sevgi de kaynaşmayı, birlik ve beraberliği oluşturmaktadır.
Başka bir açıdan bakarsak;
- Akıl, özgürlüğü, temizliği/arınmışlığı;
- Bilgi, gücü;
- İman ile menfaatsiz sevgi de bütünlüğü ifade etmektedir.
Bütün bunları teke indirirsek, hepsinin akıldan kaynaklandığını görürüz:
- Bilginin kaynağında akıl,
- İmanın kaynağında akıl,
- Sevginin kaynağında da akıl ile aklın bir araya gelmesi vardır.
İdeal toplumun üzerinde oturduğu tüm değerlerin, bu dört temel değerden çıktığını görmemiz mümkündür.[13]
Kur’an’ın üçe ayırdığı bilgi kaynaklarının hepsinin bir arada geçtiği ayet şudur:
“Nitekim size aranızdan bir resul göndermişiz;
(1) Size ayetlerimizi okuyor, sizi temizleyip arıtıyor,
(2) Size Kitap'ı ve hikmeti öğretiyor,
(3) Size, daha önce bilmediklerinizi belletiyor.”(BAKARA 2/151)
Birinci derecede “ayetlerin anlatılması ve açıklanması” duyulara,
İkinci derecede “kitap ve hikmetin öğretilmesi” akla,
Üçüncü derecede “bilinmeyenlerin bildirilmesi” vahye dayanır. Böylece vahyin bildirilmesi için insan diğer bilgilerle donatılmış oluyor. Bu, vahyin bir tamamlayıcı bilgi verdiğini gösterir. Aynı zamanda tamamlayıcı olanın tamamladığı nesneye zıt olması düşünülemez.[14]
“Onlara bir ayet getirmediğinde, "onu da şurdan burdan derleseydin ya," diye konuşurlar. De ki: "Ben sadece Rabbimden bana vahiy edilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir (hȃzȃ besȃiru min Rabbiküm), doğruya kılavuzdur (ve hüden), iman eden bir toplum için (li kavmin yü’minȗne) rahmettir (ve rahmeten).” (A’RAF 7/203)
“Elif, Lâm, Mîm, Râ. O Kitap'ın ayetleridir bunlar. Ve sana Rabbinden indirilen, haktır /gerçektir. Ne var ki, insanların çokları iman etmezler.” (RA’D 13/1)
Kur’an, gerçek olduğu için indirilmiştir. Bunun için doğruya, gerçeğe kılavuzlar; selim aklın bulduğu bilimsel verilerle çatışmaz.
Kur’an, vahyin üzerine titizlikle durmakta ve onun verdiği bilgilerin insanlar tarafından benimsenmesi için önceki kaynakların verdiği bilgilerle çatışmamasına dikkat etmekte ve çatışmadığını da gerektikçe açıklamaktadır.[15]
Böylece vahiy kaynağının doğruluğunu, yanıltmadığını ileri sürmekten çekinmemektedir.
Vahiy esasen iki varlık arasında gerçekleşen bir olaydır. Kendisine iletilen (peygamber) açısından sübjektif bir tecrübe olmakla birlikte, insanlara iletildiği andan itibaren objektifleşen, umumileşen bir olgu halini almaktadır. Çünkü vahyi veriler hem insanların yaratılışlarındaki ortak payda ile uyum içerisindedir. Hem de içerdiği ilkeler ve fikirler açısından bütün insanlar tarafından paylaşılabilir niteliktedir. Ama insanlık tarihi boyunca, vahyi inkȃr eden ve onun yaşama geçirmek istediği esaslara karşı çıkanlar da hep var olagelmişlerdir. Ancak bu, vahyin bütün insanlara karşı eşit mesafede olması özelliği ile çelişen bir durum olarak görülmemelidir. Çünkü insana, inanıp inanmama hürriyeti verilmiştir ve o, bu özgürlüğünü istediği gibi kullanabilecek kapasite ve yetenektedir. Eğer insana böyle bir hürriyet verilmemiş olsaydı elbette o, külli iradenin dışına asla çıkmaz, dolayısıyla vahyi inkȃr eden durumuna düşmezdi.
Ancak hemen belirtelim ki insanda söz konusu iradeye tesir eden bazı faktörler de bulunmaktadır. Kur’an bunları “aklıselim” ve “hevȃ” olarak takdim eder. Buna göre insan selim aklına uyarsa, ilȃhi iradenin istediği doğru yola, imana ve kabule yönelecek, hevȃsına uyarsa inkȃra ve yanlışa sapacaktır.[16] Bundan dolayıdır ki vahiy, hevȃ ile hep bir hesaplaşma içerisinde olmuştur.[17] Çünkü insanlığın, hevȃ ve hevesine uyduğu sürece doğru yolu bulması asla mümkün değildir. İşte vahiy insanlara, bütün bu olumsuzluklardan kurtulmanın yollarını göstermektedir.
“İşte biz o Kur'an'ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra (ba’de cȃe mine’l-ilmi) onların keyiflerine (ehvȃehüm) uyarsan (veleini’t-teba’te), Allah'tan sana ne bir dost nasip olur ne de bir koruyucu.” (RA’D 13/37)
3. Vahiy İle Selim Aklın Bulgularının Birleştikleri Noktalar
(a) Aklıselim ve vahiy duyu alanlarının dışında, onlardan başka birer kaynaktırlar.
(b) Bunun için bunlarla elde edilen bilginin duyu yoluyla kanıtlanmasına olanak yoktur.
(c) Aklıselim ve vahiy, insanın zihnine aniden ve doğrudan doğruya doğan bir bilgi verirler.
(d) Aklıselim ve vahiy ile bilgi elde eden kimse, bu yolda kendisinde oluşan bilginin doğruluğuna kanaat getirir ve gönlü ona yatar.
(e) Aklıselim ve vahiy ile gelen bilgi açık ve seçiktir.
Bu ortak noktalara bakınca aklıselim ve vahyin aynı kaynak olması ileri sürülebilir. Aynı kaynak olmaları demek aklın yaratıcısı Allah, aynı zamanda vahyi elçilere gönderen de Allah’tır.
4. Vahiy İle Aklıselimin Ayrıldığı Noktalar
(a) Kur’an, akıl anlamına gelen kalbi bütün insanlara isnat etmektedir. Oysa vahyi yalnız sayılı kişilere isnat etmektedir.
(b) Aklıselimiyle bilgi elde eden kimse kendini hiçbir şeyle yükümlü ve sorumlu görmediği halde vahiy kendisine gelen kimse, kendini aldığı bilgiyi tebliğ etmekle yükümlü saymaktadır. Aklıselimde olmayan fakat vahiyde olan dışarı aksetmek için bir itici kuvvet vardır.
(c) Aklıselimiyle bilgi kazanan kimse, bilgisini yayıp yaymamakta, öğretip öğretmemekte özgür ve serbest olduğu halde, vahiy alan kimse aldığı vahyi kesinlikle bildirmek zorundadır. Bunu yapıp yapmamakta hür değildir.
(d) Bilgi kaynağı olarak aklıselim, insanın harcadığı güç ve gayret sonucunda elde edildiği veya hiç olmazsa ona yol hazırlandığı görülmektedir. Oysa Kur’an’a göre vahiy hiçbir surette kazanılmaz, o ancak Allah tarafından verilir:
“Onlara bir ayet geldiğinde şöyle demişlerdi: "Allah resullerine verilenin tıpkısı bize de verilmedikçe asla inanmayacağız. Allah, resullük görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, oynadıkları oyunlar yüzünden Allah katında bir küçüklük ve şiddetli bir azap öngörülmüştür.” (EN’AM 6/124)
(e) Aklıselim ile elde edilen bir bilgi bütünü ve sistemi yoktur. Duyu ve akıl ile elde edilemeyen noktalara bazen ışık tutmakta ve tıkanan bir bilgi sürecini açmaktadır. Vahiy ise bir bilgi bütünü ve sistemi ortaya koymayı gaye edinir ve bu sistemi tamamlamak için zaman zaman ve gerektiği anlarda ortaya çıkar, vahiy alana bilgi verir ve yol gösterir.[18]
Bu şartlar altında vahyi, bilgi kaynağı olarak aklıselimden ayırmak daha uygun düşmektedir. Buna neden vahiy yoluyla gelen bilginin kaynağının tayin edilmiş ve belirtilmiş bulunmasıdır. Bu durum karşısında bilgi kaynaklarını bir tertibe koyacak olursak aşağıdan yukarı şöyle bir sıralamanın ortaya çıkması kaynakların içeriklerine uygundur:
5. Bilgi Kaynaklarının Sıralandırılması
Birinci derecede duyular ile elde edilen bilgi,
İkinci derecede akıl ile elde edilen bilgi,
Üçüncü derecede vahiy ile elde edilen bilgi gelir.
Yukarıdan aşağıya da aynı sıra izlenir:
Vahiy ile verilen veya gelen bilgi,
Akıl ile elde edilen bilgi,
Duyular ile elde edilen bilgi.
Son iki kaynakla birden veya ayrı desteklenir. Bazen duyularla, duyuların üstünde olan akılla ve bazen de hepsi ile birden kabul edilebilecek bir bilgiye kaynak oluşturur. Böylece vahiy, insanın salim yaratılışına zıt olmayan, ona uygun ve aynı doğrultuda bilgi veren bir kaynak olur.
Vahiy ile elde edilen bilgiler onun altında olan akıl ve duygularla desteklenir; akıl ile bilinenler de duyularla desteklenir. Duyularla elde edilen deneylerle desteklenir ve ispatlanır. Burada aşağı derecenin üst dereceyi ispatlaması ve desteklemesi; üst derecedeki kaynağından çıkan bilginin doğruluğunun alt kaynak tarafından doğrulanması gerektiği şeklinde anlaşılmalıdır. Yalnız üst kaynakların verdiği bilgi, alt kaynaklar tarafından kesinlikle ret edilmesi gereken türden olmamalıdır. Böylece üst kaynak bilgilerin iki özelliği ortaya çıkmış oluyor:
Biri, alt kaynaklar tarafından keşfedilmemesi,
Diğeri de, alt kaynaklardakine zıt olmamasıdır.
Bu iki niteliği taşıyan bilgi, diğer derecelerdekiler tarafından ret edilemez. Ret etmeye kalkışılması bilim dışıdır.[19] Kur’an bilgi kaynaklarının bu sınırına temas etmiştir. Bu konuyla ilgili şu ayetteki açıklamaya bakılabilir:
“Şunu da söyle: "Ortak tuttuklarınızdan kim var hakka götüren?" De ki: "Allah götürür hakka. Hakka götürebilen mi izlenmeye daha layıktır yoksa kılavuzlanmadıkça yolu bulamayan mı? Peki, ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz siz?" (YUNUS 10/35)
“Onların önden gönderdiklerini de arkada bıraktıklarını da bilir, ama onlar (insanlar) O'nu (Rahman’ı) ilimle kuşatamazlar (velȃ yühȋtȗne bihȋ ‘ılmen).” (TA-HA 20/110)
“Geldiklerinde Allah onlara: "Ayetlerimizi, ilminiz onları kuşatmadığı halde (velem tühȋtȗ bihȋ ilmen) yalanladınız mı (e kezzeptüm) yoksa ne yapıyordunuz?" der.” (NEML 27/84)
Kur’an’ın bu gibi ayetlerle kastettiği vahiy ile verilen bilgilerdir. Bunları yalanlayanları bilgi alanlarının dışına çıkmakla suçlamıştır. Henüz kavramadıkları ve bilmedikleri bir nesne hakkında hüküm vermekte acele ettiklerini bu konuyu incelemeye ve üzerinde düşünmeye terk etmelerinin gerektiğini bildiriyor.
6. Kur’an, Aklın Duyularla Birbirine Bağlı Şekline Önem Verir
Kur’an, duyularla aklı birbirine pek sıkı bağlanmış ve her ikisine aynı önemi vermiştir.
- Duyusu olmayanın düşünemeyeceğini ve
- Kendilerine duyu verdiklerinin niçin düşünemediklerini,
- Salim düşünebilmek için duyularından yararlanmaları gerektiğini daima tekrarlamaktan çekinmez. [20]
“O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akıllarını işletemez onlar (fe-hüm la ya'kılûne).” (BAKARA 2/171)
Duyuları olanın onlardan yararlanıp mutlaka kendisini düşünmeye yönelteceği görüşünden hareketle, böyle iken düşünmeyenin duyularından faydalanmadığı ortaya çıkınca artık onun duyuları yok kabul edilmelidir. Bu gibi kimseler bakıp da görmeyen kimselerdir. Şaşkın, ne yapacağını bilmeyen bazı kimselerin veya insanın bazı durumları olur. Onlar o anda körleşmişlerdir. Bakarlar ama görmezler.
“Onları, hidayete çağırsanız, duymazlar (la yesmeȗ). Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler (la yubsırûne).” (A’RAF 7/198)
Kur’an, düşünmenin duyu verilerine bağlı olduğunu söylerken tam bir realist gibi davranıyorsa da aslında aklı olmayanın duyu verilerinden yararlanamayacağını ve duyamayacağını da ele almayı ihmal etmiyor.
“İçlerinde sana kulak verenler de vardır. Peki, sağırlara sen mi işittireceksin? Hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa (ve lev kȃnȗ la ya'kilûne)!” (YUNUS 10/42)
Bunlar aslında sağır değildirler, fakat düşünemedikleri için, akıllarını kullanamadıkları için kendilerine söyleneni işitmeyen de sağırdır.
Kur’an, bir yandan duyularla kazanılanın düşünmeye sevk etmesi gerektiğini söylerken diğer yandan aklını kullanmayanın duyulardan bir şey öğrenemeyeceğini ifade ederken de, insanın her ikisinden biriyle yetinmesinin mümkün olmadığını açıklamış oluyor Ama gerçekte böyle midir? Aklı olmayan işitmiyor ve görmüyor mu? Oysa Kur’an’ın böyle nitelediği insanlar hem görüyor ve hem de işitiyor. Fakat Kur’an buna cevap verir. Evet, onlar bir hayvan, bir canlı olarak görür, işitir ama bir insan olarak değil. İnsanın hayvandan farkı görmek ve işitmek değil, sadece düşünmektir. Düşünemeyen hayvan gibidir.
“Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri /akli melekeleri var bunların (lehüm kulȗbün), onlarla anlamazlar (la yefkahȗne); gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.” (A’RAF 7/179)
Her şeyden önce yaratılan her kadın ve erkeğin zihinsel rahmani kişisel gelişimini gerçekleştirmesi Kur’an’ın öncelikli buyruğudur. Kişinin insanlaşması ve uygarlaşması için gözleriyle gören kulaklarıyla işiten, aklını işleterek anlayan /kavrayan, mantıklı düşünen bilge insan ve bilge toplum oluşturmak dinimizin olmazsa olmazıdır. Bununaynı zamanda beşikten mezara kadar sürüdürülmesi şeklinde...
Sedat Şenermen
Kaynakça
(1) Prof. FAZLURRAHMAN, Major Themes of the Kur’an, Minneapolis, 1992, s. 27-28’den aktaran: Prof.Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an’ı Tanıyor Musunuz? Onu Hiç Okudunuz Mu? İstanbul, 2013, 5. Baskı, Yeni Boyut Yayınları, s.52. (Prof. FAZLURRAHMAN, Ana Konularıyla KUR’AN, (Çeviren: Yrd.Doç.Dr. Alpaslan AÇIKGENÇ), Ankara, 1987, Fecr Yayınları)
(2) BAKARA 2/164; NAHL 16/12.
(3) Kur’an’ın kelime anlamı da budur.
(4) Y.Nuri ÖZTÜRK,Kur’an’ı Tanıyor Musunuz? Onu Hiç Okudunuz Mu? s.53.
(5) Bakınız: BAKARA 2/44, 76; ȂL-İ İMRȂN 3/65; EN’AM 6/32; A’RAF 7/169; YUNUS 10/16; HUD 11/51; YUSUF 12/109; ENBİYA 21/10, 67; MÜMİNUN 23/80; KASAS 28/60; SAFFAT 37/138.
(6) YA-SİN 36/62.
(7) YA-SİN 36/68.
(8) HİCR, aklın bir boyutudur. “Doğru olmayanı reddetmek” anlamını ifade eden bu kavramın aslı “taş” demektir. Yüce Allah, aklın doğasına olmayanı reddetme niteliğini, gücünü koymuştur. İdeal toplumun kurucusu ve yöneticisi olan akıl, aynı zamanda ona zarar verecek, onun değerlerini yaralayacak her şeyi reddetme görevi ile karşı karşıyadır. Aklın bu boyutunun “muhalefet etme” anlamı da vardır. Muhalefet etmeyi ve reddetmesini bilmeyen akıl kendini de, kuracağı ideal toplumu da koruyamaz. Tenkit etme, kendini muhasebeye çekme, aklın doğasında vardır. (Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Kur’an’a Göre İdeal Toplum, İstanbul, 2012, Bayraklı Yayınları, s.30)
(9) FECR 89/1-5.
(10) Y.Nuri ÖZTÜRK, Kur’an’ı Tanıyor Musunuz? Onu Hiç Okudunuz Mu? s.386.
(11) B.BAYRAKLI, Kur’an’a Göre İdeal Toplum, s.64.
(12) Prof.Dr. Hüseyin, ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, İstanbul, 1982, Furkan Yayıncılık, s.33.
(13) B.BAYRAKLI, Kur’an’a Göre İdeal Toplum, s.15.
(14) Hüseyin ATAY,Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.44-45.
(15) H.ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.33.
(16) Prof.Dr. Muhsin DEMİRCİ, Kur’an Tarihi, İstanbul, 2010, 3.Baskı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Yayınları, s.17.
(17) Bakınız: BAKARA 2/120, 145; MAİDE 5/48.
(18) H.ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.34-35.
(19) H.ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.36.
(20) H.ATAY, Kur’an’da Bilgi Teorisi, s.37.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Ulusal Muhafızlar
22 Ocak 2021, 12:24 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Düğün Değil Bayram Değil
22 Ocak 2021, 09:47 -
Rifat Serdaroğlu l Görev (Kazığı) Zararı!
22 Ocak 2021, 12:25 -
Rifat Serdaroğlu l Bir Çuval Boş Laf!
22 Ocak 2021, 12:25 -
Rifat Serdaroğlu l Çağrı
22 Ocak 2021, 12:25 -
Rifat Serdaroğlu l İkra Ya Eyyüh'el- İttifaku'l Cumhur (Oku Ya Cumhur İttifakı)
17 Ocak 2021, 11:23 -
Sedat Şenermen l Kur'an Her Şeyi Açıklayan Kitaptır
16 Ocak 2021, 16:42 -
Rifat Serdaroğlu l Neler Oluyor?
16 Ocak 2021, 13:02 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Milliyetçiler Mağdur ve Umutsuz
16 Ocak 2021, 12:59 -
Rifat Serdaroğlu l Suriyelilerin Partisi Akp
16 Ocak 2021, 12:57