Sedat Şenermen l Kur'an'a Göre Andımız 20 Mart 2021, 15:06
KUR’AN’DA “ANDIMIZ”I OLUŞTURAN DEĞERLERLE İLGİLİ AYETLER /BUYRUKLAR
ANDIMIZ’I Kim Yazdı?
- Gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılıp orada yaralanan,
- Yine gönüllü olarak katıldığı Kafkaf cephesinde düşmanla vuruşan,
- Milli Mücadele başlayınca Kuvayı Milliye’ye katılarak Aydın’da, Denizli’de işgalcilerle çarpışan,
- Sahra hastanelerinde hekim olarak görev yapan,
- 1925 seçimlerinde Aydın Milletvekili seçilen,
- Halk Evlerinin kuruluşunda etkin rol alan,
- Sonradan Türk Dil Kurumu’na dönüşecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin yönetiminde bulunan,
- 1930’lu yılların Ramazan ayında Atatürk’ün, İstanbul camilerinde halka, Kur’an’ın anadilde açıklamasının yapılması bağlamında başlattığı “Dini, Kur’an’dan aracısız anadilde öğrenme” çalışmalarına özveriyle tüm varlığıyla katılan,
- Düşüncelerini savunmak için karakterinden taviz vermeyen, zoru görünce eğilip bükülmeyen, kendisine bile kafa tutmaktan çekinmeyen bu cesur yürekli devrimciyi Atatürk, Milli Eğitim Bakanı yaptı.
* Bakanlığı döneminde üniversite reformu yaptı, medrese kalıntısı öğretim üyelerini tasfiye etti, öğretmenlere genel bütçeden düzenli maaş ödenmesini sağladı, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni hayata geçirdi.
Bölücü-tarikatçı, cemaatçi, zırcahil nesillerin panzehiri”[1] olan Andımızı işte bu Dr. Reşid Galip yazdı.
Bugün, “Andımız”da
“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım,
İlkem; Küçüklerimi korumak, Büyüklerimi saymak, Yurdumu, milletimi özümden çok sevmek” şeklinde geçen ilke ve değerleri Kur’an’dan ilgili ayetler ışığında bu yazımda ayrı ayrı başlıklar hâlinde açıklamak istiyorum.
- TÜRKÜM:
Çünkü İnsanlar Birbirleriyle Tanışsınlar Diye Allah, Onları Uluslar ve Oymaklar Halinde, Bizleri De Türk Olarak Yarattı
“Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız diye sizi uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, en çok Allah’ın koruması altına girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır.” (Hucurat/ 13)
Bu ayette, insanlığın köken birliği, ulus ve oymak (toplumları halinde) oluşumlarının birbirleriyle tanışım-bilişim için olduğu, bağlı olduğu soyun kimseye üstünlük sağlamayacağı, üstünlüğün takvaya (akla, bilime, insanlaşmaya, uygarlaşmaya) göre olduğu gerçeği açıklanmakta; böylece, insanlığı felâkete sürükleyen ırkçılığın da önüne set çekilmektedir.[2]
Dünyada her ulusun bir adı vardır. Hiçbir ulus milli kimliğini ifade eden adından, ulusundan rahatsızlık duymuyor, duyamaz. Çünkü bizim için “Türklük kaderimiz, Müslümanlık tercihimizdir”.
- DOĞRUYUM:
Çünkü Doğrular /Sıddıklar Allah’ın Koruması Altına Girmiş Olan Kişiler Olarak Fazilet /Takva Konusunda Peygamberlerden Hemen Sonra Gelirler
“Kim de Allah’a ve Elçi’ye itaat ederse artık onlar, Allah’ın, peygamberlerden, dosdoğru kimselerden(sıddıklar), şehitlerden ve salihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! 70Bu, Allah'tan bir armağandır. En iyi bilen olarak Allah yeter.” (Nisa/ 69-70)
Sıddīklar kimlerdir?
Ayette yer alan bu “Sıddîk /Doğru Kişi” sözcüğü, “doğrulukta veya doğrulamakta mübalağa gösteren, ileriye geçen kimse” demektir.[3] Bu kimselerin nitelikleri Kur’an’da birçok ayette açıklanmaktadır:
“Ve doğruyu getiren ve onu doğrulayan kişi; işte onlar, Allah’ın koruması altına girmiş olan (takva sahibi) kişilerin ta kendileridir.” (Zümer/ 33)
“Allah’a ve Elçisi’ne inanan kimseler; işte onlar, Rab’leri katında sıddîkların /doğruların ve şehitlerin ta kendilerdir. Onlar için karşılıkları ve nûrları vardır. İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayan kimseler de; onlar cahîm’in ashâbıdırlar.” (Hadîd/ 19)
Doğruyu getiren, onu doğrulayan, takva sahibi, Allah’a ve Elçisi’ne inananlar sıddīk /doğru kişi sıfatını kazanmaktadırlar ve bunlar inançlarına asla şüphe karıştırmazlar.[4]
- ÇALIŞKANIM:
Çünkü İnsan İçin Kendi Çalışmasından Başka Bir Şey Yoktur
Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur.” (Necm/ 39)
Necm/ 39-41. ayetlerindeki “Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur. Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. Sonra karşılığı kendisine eksiksiz olarak verilecektir” ifadesi, özellikle çağımızın ekonomik sorunları için bir çözüm reçetesi içermektedir. Dikkat edilirse, bu reçete hem İbrahim peygamber ve hem de Musa peygamber döneminde verilmiş bir reçetedir. Yani tüm zamanlar için geçerli, evrensel bir reçetedir.[5] Müslümanlar bu ayetlerin ne ifade ettiğini en doğru şekilde anlamalı ve uygulamalıdırlar.
İnsan için kendi gayreti, emeği veya teri vardır. Birisi iyi bir iş yaparak, mahşerde onun sevabını başkasıyla paylaşamaz veya mahşerde birinin sevabından alamaz. Diğer taraftan bu dünyada yaptığı zerre miktarı eylemin/işin karşılığını da mutlaka kendisi görecektir (Zilzâl/ 7-8).
- KÜÇÜKLERİ KORUR VE YAŞATMAYA ÇALIŞIRIM:
Çünkü Kur’an’da Küçüklerin/Çocukların Yaşam Hakkını Korumak Allah’ın Buyruğudur
“De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:
‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
* Ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
Fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla
* Çocuklarınızı öldürmemenizi,
- Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.-
Kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
Haksız yere, Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi,
-İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun (Allah’ın) size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-” (En’âm/ 151)
“Çocukları Yaşatma /yaşam haklarını koruma” konusunda Yüce Allah ayrıca şöyle buyurmaktadır:
“Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızıklandırırız /besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.” (İsra/ 31)
İslam öncesi Arap toplumunda küçük çocukların hayat tehlikesi vardı ve onlar şu nedenlerle öldürülüyorlardı:
(a) Çocuklarını sahte tanrılarına kurban ediyorlardı (En’âm/ 137). Demek ki Arap geleneğinde veya din anlayışında çocuklarını sahte tanrılara adayıp öldürmek vardı. Bu âdet çocukların yaşam hakkını tehlikeye atıyordu.
(b) Arapların çocuklarını, özellikle kız çocuklarını öldürme âdetlerinin diğer bir nedeni, ailede doğan ilk çocuğun kız olmasının ayıp kabul edilmesidir. Sahip oldukları namus anlayışına dayanarak namuslarına leke getireceği ve savaşamayacağı nedeniyle, ilk doğan kız çocuğu öldürülürdü (Nahl/ 58-59).
(c) Üçüncü neden İsra/ 31 ve En’âm/ 151’de açıklanan fakirlik korkusudur.[6]
İşte Arapların bu uygulaması, her toplumda yaşanmış, yaşanıyor, öyle anlaşılıyor ki yaşanacaktır. Bu iki ayet, çocuk haklarında bir devrim yaparak herhangi bir nedenle çocukları öldürmeyi büyük günah olarak hükme bağlamaktadır.
Andımız bu konudaki devrini 20. Yüzyılda güncellemiştir.[7]
- ANA-BABA VE BÜYÜKLERİMİ KORURUM:
Çünkü, Onların Hakkını Korumak Allah’ın Emridir
“Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsra/ 23-24)
İsra/ 22. ayette tevhidin önemine dikkat çekildikten sonra, bu ayetlerden itibaren tevhidin yansıması niteliğinde olan sosyal, ekonomik, kültürel ve cinsel ahlaka ilişkin ana ilkeler sıralanmaktadır. Bu ilkelerin toplu olarak bir genelge mahiyetinde bildirildiği bir başka yer de En’am suresindeki 151-153. ayetleridir.
Ana-Babaya ve Büyüklere İyi Davranmak
Yüce Rabbimiz, imanın ilkelerini belirtirken hem En’am hem İsra suresinde, şirkten arınmaktan hemen sonra ana-babaya ve büyüklere iyilikle davranmayı saymıştır. Lokman/ 14-15’de de ana-babayı ve büyükleri şükredilecek kişiler arasında kendisinden sonraki sıraya koymuştur:
“Ve Biz insana, anası ve babasını yükümlülük olarak ulaştırdık: –Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir.– “Bana, anana ve babana karşılık öde!” Dönüş, ancak Banadır.”
“Ve eğer ki ana-baba bilmediğin bir şeyi Bana ortak koşman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Ve dünyada onlarla iyi geçin ve Bana yönelen kimselerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. Sonra da Ben, size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokman/ 14, 15)
Ana-babaya ve büyüklere iyilik yapmak onların sadece karınlarını tok, sırtlarını pek tutmak olarak anlaşılmamalıdır. Onlara iyilik yapmak ve iyi davranmak, rabbimizin önemle üzerinde durduğu bir ahlaki tutumdur. Bu ahlaki tutum, onların her türlü maddî ihtiyaçlarının giderilmesinden başlayıp yaşlılıklarında daha da ihtiyaç duydukları manevi ve duygusal ihtiyaçlarının giderilmesine kadar bir çok davranışı içeren bir süreçtir. Sevdiklerinin sevilmesi, ahbaplarının aranıp sorulması, meşru isteklerine karşı çıkılmaması, kırgınlıklarına neden olabilecek kaba söz ve davranışlardan kaçınılması, mutluluklarını sağlayacak yakın ilgiden yoksun bırakılmamaları, yaşamlarını hoş ve tatlı bir aile atmosferi içinde yaşamalarının sağlanması bu tür davranışlar cümlesindendir.
Ana-babaya ve büyüklere iyi davranmak, onların Müslüman olmaları durumuna bağlı değildir. Eğer ana-baba müminler ile savaşmıyorlarsa, kâfir de olsalar, evlâtlarının onlara karşı yukarıda sayılan görevleri yerine getirmeleri gerekir:
“Allah, sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.” (Mümtehine/ 8)
Konumuz olan ayette Rabbimizin ana-babanın yaşlılık hâlleri üzerinde durmuş olması özellikle dikkate değer bir noktadır. Çünkü yaşlılık nedeniyle meydana gelen değişikliklerden ötürü, insan, evlâtlarının göstereceği iyiliklere daha fazla muhtaçtır. Rabbimiz, bu durumdaki ana-babaya, değil kaba davranıp azarlamayı, “öf!” demeyi bile yasaklamıştır.
İsra/ 24. ayetin sonunda öğretilen duada özellikle ana-babanın evladını terbiye etme işlevinin söz konusu edilmesi, bize göre, insanın ana-babasının kendisini büyütürken gösterdikleri sevgi ve şefkati, çektikleri sıkıntı ve yorgunlukları hatırlamasını sağlamak içindir.
Ayette verilen bir diğer mesaj da, insan üzerinde Allah’tan sonra en büyük hak sahibinin ana-baba olduğudur.[8] O hâlde müminlere düşen de kendi üzerlerinde hak sahibi olan ebeveynlerine saygıda, itaatte, hizmette kusur etmemeleridir.
“Rabbimiz, hesabın görüleceği gün beni, anamı-babamı ve bütün müminleri bağışla.” (İbrahim/ 41)
Demek ki ana-babaya, büyüklere ihsan ile/iyilikle davranmanın içinde bu şekilde dua etmek de vardır. Yüce Allah, ana-baba için nasıl dua edileceğini bile açıklamakta, insana, ana-babasının kendisine nasıl sevgi ve şefkatle baktığını anımsamasını ve ardından Allah’tan ana-babasına aynı şekilde davranmasını dua ederek istemesini emretmektedir.
Kur’an’la ana-baba ve büyüklere saygı hakkının getirilmesi bir devrimdi. Andımızla bu devrim çağımıza aktarılmış oldu.
- YURDUMU SEVER VE KORURUM:
Çünkü Vatan Sevgisi İmandandır
“Vatan” kelimesi sözlükte, “yerleşmek, bir yeri yurt edinmek, kendini bir şeye alıştırmak” anlamındaki “vatn” kökünden türemiştir. Vatan sözcüğü, klasik sözlüklerde ve edebî metinlerde “kişinin doğduğu, yerleştiği, barındığı ve yaşadığı yer” anlamına gelir. Aynı veya yakın anlamda “mevtın” sözcüğü de (çoğulu mevâtın) kullanılır. İnsanın bir amaçla yerleştiği yer onun mevtınıdır. “Îtân” ve “tavattun”, “bir yeri vatan edinmek” demektir.[9]
Arapçada beled ve dâr, Türkçede yurt, ülke ile il, ev kelimeleri de “vatan” manasında kullanılır.
* Kur’an’da bir ayette geçen “mevâtın” sözcüğü Bedir’de, Huneyn’de ve bu ikisi arasında meydana gelen gazvelerde ‘Müslüman ordularının karargâhını ve savaş alanlarını’ ifade eder: “Ant olsun ki Allah, birçok yerde (fî mevâtıne) ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.”(Tevbe /25)
* Ayrıca “beled” ve çoğulu bilâd, “ülke” anlamında;
* “Dâr” ve çoğulu diyâr, hem “ahret yurdu” hem “dünya yurdu, ülke, vatan” manasında Kur’an’da geçmektedir.
Bazı ayetlerde haksız yere yurtlarından çıkarılan veya çıkarılmayı hak edenlerden söz edilirken, geçmiş kavimlerin işledikleri kötülükler yüzünden ülkelerinin büyük felâketlere uğradığı anlatılırken “diyâr” sözcüğü kullanılmıştır.[10]
Vatan sözcüğünün İslâm dünyasında bugünkü siyasal-sosyolojik içeriği kazanması, Batı kaynaklı ulus-devlet fikrinin etkisiyle XIX. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmıştır. Osmanlı ülkesinin parçalanıp Müslüman topraklarının saldırılara ve işgallere uğramaya başladığı bu dönemde vatan, vatanseverlik, vatan savunması gibi kavramlar İslâm toplumlarının siyaset, eğitim, edebiyat, askerlik, ekonomi, ahlâk, din gibi alanlara dair literatüründe geniş yer tutmuştur. Başta Namık Kemal olmak üzere Osmanlı aydınlarının büyük çoğunluğuna göre vatan kavramı giderek güçlenen bir enerji kaynağıdır. Özellikle ilk zamanlarda, “Vatan sevgisi imandandır” hadisinin (zayıf veya uydurma olduğu kabul edilmesine rağmen) Müslüman toplumlarında vatandaşlık duygusu ve milliyetçilik ideolojisinin güçlendirilmesi için kullanıldığı görülmektedir.[11]
* Bazı Allah Elçileri Özgür Vatan Hasreti İle Sınanmıştır
“Güç ve öngörü sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakup’u da hatırla!” (Sad/ 45)
* Kur’an’da Geçen ZİKRE’D-DÂR (Yurt /Özgür Vatan Düşüncesi
“Şüphesiz Biz onları “Yurt Düşüncesi /özgür vatan hasreti” saflığıyla saflaştırdık, arı-duru hâle getirdik. Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir.” (Sad/ 46-47)
Sad/ 46’da geçen “Zikre’d-dâr” tamlaması, bazı eserlerde yer aldığı gibi “yurt hatırlatması” değil, “yurt hatırlaması” (yurdun akıldan çıkmaması) demektir. Sad; 45’de adı geçen peygamberlerin hem Kur’an’da anlatılan hayat hikâyeleri, hem de haklarında tarih kitaplarında yer alan bilgiler dikkate alındığında, bunların sabit bir vatanlarının olmadığı ve diyar diyar dolaştırıldıkları görülür. Bu durum gözönüne alındığında, ayette adı geçen peygamberlerin arıtılıp olgunlaştırılmak üzere birçok zorluğa maruz bırakıldıkları anlaşılmaktadır. Bu zorluklar hem gittikleri ülkelerde ateşe atılmışçasına sıkıntılarla boğuşmak, hem de öz memleketlerinden uzakta kalmaları nedeniyle özgür yurt hasreti çekmek şeklinde gerçekleşmiştir.[12]
“Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” ATATÜRK
- YURDUMU MİLLETİMİ SEVER VE KORURUM:
Çünkü Allah, Kimlerin Dost Edinilip Edinilemeyeceğini de Buyruğuyla Esasa Bağlamıştır
“Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Allah, sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.”
“Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi (koruyucu, gözetici, yönetici yapmanızı) yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.” (Mümtehıne/ 7-9)
Bu ayetlerde, müminlerin olağanüstü ortamlarda yapmaları gereken davranışlar ortaya konmaktadır. Ayrıca bu ayetler, birinci ayetin açılımıdır, ki burada müminlere, velâyet ile akrabalık hukukunu karıştırmamaları, akrabalık hukukunun devam etmesi gerektiği, kendileriyle savaşmayan akrabalara düşman gözüyle bakmamaları, onlarla ilişkilerini kesmemeleri bildirilmiştir.
- ayetteki, “Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi kılar” ifadesi, Allah’tan gelecek sürpriz yardımlara işaret etmekte ve böylece müminlere ümit aşılamaktadır. Bu sürpriz yardımın ilk örneklerinden biri Rasûlullah'ın, müşriklerin lideri ve İslâm’ın baş düşmanı Ebû Süfyân’ın kızı Umm Habîbe ile evliliğinden sonra Ebû Süfyân’ın yumuşamasıdır.
Mümtehıne/ 8’deki, “Sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez” ifadesiyle, kâfir ana-baba, inanmış olmasına rağmen hicret etmemiş müminler, savaşa katılmayan, kadınlar ve çocuklar kastedilmiştir.
Bu ayetler, bu Mümtehıne suresinin birinci ayetinin devamı durumunda olup o ayetin de sonucunu açıklamaktadır. Böylece kimin dost edinilemeyeceği, kiminle savaşılıp savaşılamayacağı konusu da açıklık kazanmış olmaktadır.
( a ) “Allah, sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı veadaletli davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah âdil olanları sever.”
Yüce Allah kimlere iyilik yapılabileceğini ve âdil davranılacağını Mümtehıne/ 8’de böyle açıklamaktadır. Bunun anlamı şudur: Bir fert veya toplum kâfir olabilir, inkârını eylem haline dönüştürmeyen kimselere hem iyilik yapılabilir, hem de onlara âdil davranılabilir. Onların inançları düşmanlığa, düşmanlıktan eyleme ve saldırıya dönüşmediği sürece onlara iyi ve âdil davranmak gerekiyor.
Onların inkârı, din düşmanlığına ve savaşma dönüşmedikçe,
müminleri yerlerinden çıkarıp zorla göçe mecbur bırakmadıkça onlara iyi ve âdil davranmak gerekiyor. Böyle davrananlara Yüce Allah sevgisini açıyor, onları sevdiğini ilan ediyor. Demek ki mü’minler, mümin yöneticiler kendilerine din adına saldırmayan, yurtlarını terk etmeye zorlamayanlara iyi ve âdil davranmalıdır. Çünkü bu davranışları Allah tarafından değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır.
( b ) “Allah sadece sizinle din konusunda savaşanları, sizi yurdunuzdan çıkaranları ve sizin çıkarılmanıza yardımcı olanları dost edinmenizi yasaklar. Kim onları edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Peki, kimleri dost edinmeyeceğiz?
Yüce Allah bu ayetiyle de bu soruyu cevaplamaktadır.
* Müminlerle din konusunda savaşanlar.
* Müminleri yurtlarından çıkaranların dost edinilemeyeceğini söyleyen Yüce Allah, insanı zorla ülkesinden çıkarmanın nedenli kötü olduğuna dikkat çekmektedir. Bu da, hak ve özgürlüklerini elinden almak, hürriyetini kısıtlamak demektir.
* Müminlerin ülkelerinden çıkarılmasına yardım edenler de dost edinilemez.[13] Yüce Allah aynı nitelemeyi şu ayettede yapmaktadır:
“Ey iman etmiş kimseler! Yahudileri ve Nasara’yı /Hristiyanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin koruyucu, yol gösterici yakınıdırlar. Sizden kim onları mütevelli (koruyucu, gözetici, yönetici) yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğunu kılavuzlamaz.” (Maide/ 51)
Tüm bu ayetlerin ışığında; “Türküm, doğruyum, çalışkanım, İlkem: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir...” şeklindeki Andımızda yer alan değerlerin /ilkelerin hem Allah’ın buyruklarına uygun hem Rahmani hem Kur’ani olduğu açıkça görülmektedir. Bu durumda Andımıza getirilen itiraz ve yasaklama ile ne yapılmak istenmektedir?[15] Bunun ayetler ışığında ve gerçeğinde açıklanmak zorunluluğu vardır.
Andımıza yönelik düşmanlığın, husumetin, kinin, nefretin gerçek dayanağı nedir? Araştırmaya değer...
Esasen “Andımız okutulan milli eğitim sistemi, Dr. Reşid Galipler gibi, yurtsever, özgür karakterli, özgüvenli, mücadeleci toplumcu, sorumluluk duygusuna sahip, ilerici, insan odaklı evlatlar yetiştirmeyi amaçlar”.[14]
Allah’ın Kur’an’daki buyruklarının, hükümlerinin üzerini örtmeye kimin gücü yetebilir ki!
Bu ilkeler, hükmü kıyamete kadar geçerli olan Kur’an’ın değerleri olarak kıyamete kadar yaşama hakkına sahiptir. O halde tekrar tekrar coşkuyla söylenmeye de lâyıktır:
“Türküm, Doğruyum, Çalışkanım,
İlkem; Küçüklerimi korumak, Büyüklerimi saymak, Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ey büyük Atatürk; Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım; Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!”
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] ve [14] Yılmaz ÖZDİL, Ne Mutlu Türküm Diyene, Sözcü Gazetesi, 16 Mart 2021.
[2] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2021, 3.Baskı, c.8, s.359.
[3] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2021, 3.Baskı, c.7, s.616.
[4] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.5, s.215.
[5] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2021, 3.Baskı, c.1, s.409.
[6] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007, c.11, s.240-242.
[7] Ayrıca bkz. YÜCE KUR’AN Abese/ 33–37; Bakara/ 123; İbrahim/ 31; Lokman/ 33; İsra/ 15; Zümer/ 7; Necm/ 38; En’am/ 140.
[8] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2021, 3.Baskı, c.3, s.504-505.
[9] FÎRÛZÂBÂDÎ, Ḳāmûsü’l-Muḥîṭ, “V-ṭ-n” md.; İbn MANZUR, Lisânü’l-ʿArab, “V-ṭ-n” maddesinden aktaran: Prof.Dr. Mustafa ÇAĞRICI, “Vatan”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2012, c.42, s.563.
[10] M. Fuad ABDÜLBÂKĪ, el-Muʿcemü’l-Müfehres, “B-l-d”, “D-v-r” maddeleri; M. ÇAĞRICI, “Vatan”, a.g.e., c.42, s.563.
[11] M. ÇAĞRICI, “Vatan”, a.g.e., c.42, s.564.
[12] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2021, 3.Baskı, c.2, s.190-191.
[13] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007, c.19, s.215-217.
[15] Bkz. İbrahim ÖGE, Kaça Sattınız?, Yeni Dönem Gazetesi (Bursa), 19 Mart 2021.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Kim O Emir Eri?
12 Nisan 2021, 14:14 -
Sedat Şenermen l Zihinsel Arınma
12 Nisan 2021, 11:49 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Hayırlı Bir Darbe Hikayesi
10 Nisan 2021, 12:00 -
Rifat Serdaroğlu l Kuva-yi İnzibatiye
08 Nisan 2021, 14:45 -
Rifat Serdaroğlu l Hangisi Türk Milletinin Partisi?
07 Nisan 2021, 13:08 -
Rifat Serdaroğlu l Ak-Adalet İş Başında!
05 Nisan 2021, 13:29 -
Sedat Şenermen l Birey ve Toplumun Çöküşü
05 Nisan 2021, 13:25 -
Rifat Serdaroğlu l Boşa Yaşanmış Ömür
04 Nisan 2021, 20:05 -
Rifat Serdaroğlu l Ak-Toz'un Yiğit Erleri
03 Nisan 2021, 19:25 -
Rifat Serdaroğlu l Vali ve Emniyet Müdürü Baba Mı?
02 Nisan 2021, 12:40