Sedat Şenermen l Emanet ve Adalet 29 Ocak 2021, 22:31
ATATÜRK’ÜN ADALET ANLAYIŞI ve KUR’AN’A GÖRE “EMANET EHLİNE, ADALET HERKESE” İLKESİ
Kur’an’a göre İslam’ın şartları sadece beş değildir. Kur’an’da geçen Yüce Allah’ın tüm buyrukları yapılmak, tüm yasaklar ise uygulanmamak üzere İslam’ın şartlarını, temel ilkelerini oluşturmaktadır.Bunların başında Allah’ın “Adaletli olunuz” (Nahl /90) buyruğu gelir. Çünkü adalet her şeydir, mülkün temelidir, devleti ayakta tutan temel direktir. Adalet yoksa mülk de, devlet de, insanlık da, uygarlık da yoktur. Bu nedenle Atatürk, İstiklâl Savaşı’nı yürütmek, her konuda tam bağımsız Türk devletini kurmak ve milletin egemenliğini egemen kılmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Kur’an’dan dört ayet üzere oluştururken, bunların başında danışma, müşavere (Âl-i İmran /159; Şura /38) ve adaleti tüm kurum ve kurallarıyla gerçekleştirmek (Nahl /90) ilkesi öncelikle vardı. Bunu, Atatürk devletin şuraya, meşverete, milletin ortak toplumsal aklına, liyakate dayanması gereğine de işaret ederek şöyle ifade etmiştir:
- Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti Devletini Kurarken Temelin İlk Harcı: ŞURA, MEŞVERET, ADALET
“Dini hükümlere uygunluk noktasından düşünmek isterseniz, hatırlatayım ki, bizim dini hükümlerimizde belirli bir hükümet şekli ifadesi yoktur. Cumhuriyet, mutlakiyet şekilleri gibi bir şekil saptanmamıştır ve din bilginleri zamana göre en despot hükümdarların hükümetlerine meşru demişlerdir.
Kur’an ayetlerine ve Peygamberimizin sözlerine göre, hükümetin yalnız esasları ifade edilmiştir. O esaslar şunlardır:
(1) Danışıp-konuşma (meşveret) (Âl-i İmran/ 159; Şûra/ 38)
(2) Adalet (Nahl/ 90),
(3) Devlet Başkanına itaat (Nisa/ 59).”
(1) Devlet Yönetiminde Danışma-Görüşme /Meşveret:
“Devlet idaresinde danışma ve görüşme çok önemlidir. Yüce Peygamber’in kendisi de danışma ile iş yapmak gereğini söylemiştir ve kendisi bizzat öyle yapmıştır. Bundan başka (veşâvirhüm fi’l emri /iş hakkında onlara danış /Âl-i İmran/ 159) diye Allah’ın da peygambere hitabı vardır. Peygamberin şahsına verilen bu emrin, ondan sonra gelenler için de geçerli olacağından kuşku yoktur. Danışma ve konuşma olmadan /meşveretsiz hükümet /iş yapmak din kurallarına aykırıdır /meşru değildir.”[1]
(2) Devlet Yönetiminde Adaletin Gereği Ve Önemi:
Bu konuda Atatürk’ün yaptığı özgün, gerçekçi, mülkün /devletin olmazsa olmaz temelinin tespiti ise şöyledir:
“Adaletin gereğinde birleşmek /ittifak doğaldır ve buna herkes katılır.”[2]
Kur’an’ın bu konudaki buyruğu ise çok açıktır:
“Şüphesiz Allah, adaleti (inn’Allahe ye’müru bi’l-Adli), iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi (ihsan) ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan (fahşâ) nehyeder. O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir.”(Nahl/ 90)[3]
- Kur’an’da Emanet Ve Adalet
“Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve
İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman ADALET ile hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Kuşkusuz Allah her şeyi çok işiten, çok iyi görendir.” (Nisa/ 58)
Kur’anın temel ilkelerinden ikisi olan emanet ve adalet bireysel ve toplumsal yaşam açısından önemi nedeniyle birlikte bu ayette Rabbimiz tarafından Müslümanlara emredilmektedir. Emanete riayet, adaleti gerçekleştirmek tüm zaman ve mekânlarda kadın/erkek herkese, tüm davranışlarında gözetilmesi gereken zorunlu bir görev ve farz olarak verilmiştir.
EMANET, hıyanet (hainliğin) karşıtıdır. Sözlükte “korkusuz ve asude olmak, emin olmak, güvenli olmak”anlamlarına gelir. Kavramsal olarak, “insanın güvenilir olması, kendisine herhangi bir şeyin korkusuzca teslim edilip tekrar geri alınabilmesi” demektir.
- Saklanmak ve korunmak üzere birinin yanına geçici olarak bırakılan şeye de emanet denir.
- Allah’ın Dini, insanlara verilmiş bir emanettir.
- Allah’ın insana verdiği beden ve ömür de emanet sayılır.
- Her işin başında bulunan kişiye, yaptığı, yönettiği iş emanettir.
- Anne-babaya çocukları emanettir.
- Yöneticilere yönettikleri insanlar, sorumlu bulundukları mevki /makamlar emanettir.
* Bunların hepsi kendilerinde bulundurdukları emaneti koruyup kollamakla yükümlüdürler sorumludurlar.
* Her işin başına ehlini, erbabını /uzmanını getirmek gerekir. Beceriksize, liyakatsize kamu hizmetinde yer olamaz.
* Yöneticilerin, her işin başına en uygun kişiyi bulup getirmeleri, dostluk, akrabalık, soyluluk, ırk/etnik ayırımı yapmamaları gerekir.
İşleri ehline vermek, ayetin buyruğu olduğu gibi, insanın uhdesine bırakılan herhangi bir şeyi sahibine vermek de ayetin kapsamındadır.
Emanet, herkese karşı gözetilir, herkesten alınan emanet iade edilir. Kur’an, inananları Mü’minun/ 8’de “Emanetlerine riayet eden ve ahitlerine vefalı olan kişiler” olarak tanımlamaktadır. Müslüman/inanan hıyanet etmez, hakkı gizlemez. Çünkü hakkı gizlemek, emanete hıyanet etmek ikiyüzlülük/münafıklık işaretidir.
Seçimlerde belli süre için milletten alınan yetki /vekâlet de emanettir. Süresi dolunca emanetin sahibine iadesi gerekir.
- Allah, Adalet İle Hüküm Vermenizi Emreder
Adaleti ilke edinmeyen idari, siyasi, sosyal, ekonomik sistemler ayakta kalamaz, onlara yaşam hakkı olamaz. Bu anlamda adalet mülkün temelidir. Adalet de emanet gibi bütün insanlara karşı gözetilmesi gerekli bir davranıştır. Bu konuda iyi, kötü; inanan, inanmayan ayrımı yapılmaz. Dini düşünce farkı gözetmeden, insanlar arasında akraba, ırk, soy, mevki ayırımı yapmadan eşit biçimde tüm zaman ve mekânlarda ülke çapında herkese adaleti gerçekleştirmek gerekir.
- Emanetlerin ehline verilmesi ve
- İnsanlar arasında adaletle hükmedilmesi, milletlerin egemenlik şartlarının başında gelir.
Bir ülkede emanetler ehline /liyakatlisine /uzmanına verilmediği ve insanlar arasında adaletle hükmedilmediği takdirde, o ülkenin yeryüzündeki egemenliğini sürdürebilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan tarihi bir örnek olarak Nisa/ 51-57. ayetlerine bir bütün olarak bakılmalıdır. Bu ayetler, Yahudilerin yeryüzü egemenliğinden nasipleri olduğu vehmini reddederek, onların sadece Allah’ın fazlından ve kereminden Müslümanlara verdiği nimetlere haset ettiklerini açıklayan ayetlerin hemen arkasından gelmiştir. Böyle olması, Yahudilerin Yüce Allah tarafından lanetlenmelerine ve egemenliklerinin ellerinden alınmasına neden olan en önemli unsurun, onların, emanetleri ehline vermemeleri ve insanlar arasında adalet ile hükmetmemeleriolduğunu gösterir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Yahudilere kitap, hikmet ve hükümranlık verilmiş olmasına rağmen, onlar emanetleri ehline vermedikleri ve insanlar arasında adalet ile hükmetmedikleri için Allah’ın lanetine uğramışlar ve sahip oldukları bu büyük nimetleri yitirerek yeryüzünün en zelil ve kahırlı yaratıkları haline gelmişlerdir.[4]
Yüce Allah, Nisa/ 58’de emanetleri sahiplerine vermeyi buyurduktan sonra, ebet-müddet egemenliğin diğer şartı olmak üzere, insanlar arasında adaletle hükmetmeyi aynı buyruğun kapsamında anımsatmıştır. “Adalet, mülkün temelidir” sözünün esası da budur. Mülk, egemenlik, bağımsızlık demektir. Buna göre adalet olmaksızın mülkü veya egemenliği, bağımsızlığı sürdürmek asla mümkün değildir.
Emanet kelimesi, aslında insanın emin (güvenilir ve itimat edilen kimse olması), yani kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gönül rahatlığıyla korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman noksansız geri alınabilir bir şekilde bulunması anlamında mastardır. Sözcük, mastar olduğu gibi insanın emin olma durumuna, “gerek Allah gerekse insanlar tarafından her hangi bir şekilde bırakılmış olan şeye” de edilgen ortaç manasına gelen mastarın ismi olmuştur. Nisa/ 58’de geçen emanet bu anlamdadır. Bunların sahiplerine verilmesiyle insanlığın, Allah’ın bir emaneti olan şeref ve namus emanetinin korunmasıbuyrulmuştur.
Ahzab/ 72. ayeti gereğince insan, Yüce Allah’ın emanetini taşıyan bir emini, olmayı üstüne alan tek varlıktır. Bu sayede diğer varlıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etmeye güç yetirebilir. Bu sayededir ki insanlar da birbirinden emin olarak, birbirlerine karşılıklı olarak ve sıra ile birçok hakları ve emaneti bırakırlar. İşte insanlar, gerek Allah’a gerekse insanlara karşı emanetle ilgili bu şereflerini ne kadar güzel korurlar ve emaneti ne derece yerli yerine koyabilirlerse o oranda değer ve iyiliklerini artırmış bulunurlar. Bu şekilde de Allah’ın koruması altına girmiş olurlar ve halk arasında açıktan ve gizli olarak etkili bir egemenlik şerefini elde etmiş bulunurlar.
Sırf emanet, aslında hiçbir şeyle giderilebilecek değildir. Emanetlerin bir garantisi varsa, o da hainlik veya ihanet kuşkusuyla emanetin yüce onurunun kırılması veya kaybedilmesi ve emniyet ile vekilliğin garantisinin düşmanlığa dönüşmesidir. Bunun için eminliği kötüye kullananlar Allah’a ve kullarına karşı başkalarının hakkını gasp edenler ve eşkıyalar gibi itibardan düşerler. Dış görünüşe göre olmasa bile, içten kalplerde düşmanlıkla mahkûm olurlar. Güvenilir olmakla egemenliğin bu önemli ilişkisine dayanan bu ayette, emaneti sahibine vermekle adaletle hükmetmek ayrı ayrı olarak emredilmiş ve güvenilir olma buyruğu, hükmetme emrinden önce belirtilmiştir. Bundan dolayı insanın Rabbine, kendine ve halka /topluma karşı olmak üzere üç tür güvenirlilik işlemi vardır:
Birincisi, Rabbine karşı emanete uymaktır. Bu da Allah’ın yasalarının ve hükümlerinin uygulanması, yani görev konusuyla ilgilidir. Bütün organların görevlerini içerir. İnsanın tüm organlarının birer emanet olan görevleri vardır.
İkincisi, kendine karşı din ve dünya emanetinde, kendine en yararlı ve en uygun olanı seçmesi, öfke, şehvet veya cahillikle sonunda zararlı olan şeyleri yapmamasıdır.
Üçüncüsü, halka karşı hakların emanetini gözetmek, alış verişte aldatmamak, zarar veren olmamaktır. İdarecilerin halka adaleti, bilginlerin halkı batıl taassuba yönlendirmeyip, dünya ve ahrette yararlı olan işlere ve doğru inançlara yöneltmesi; halkın da onlara karşı hainlik yapmaktan sakınması gerekir.
- Emanet Ehline Verilmez, Adaletle Hükmedilmezse Çöküş Haktır ve Mutlaka Gerçekleşir
Bu şekilde ayette geçen “emanetler” ister Allah’a ait haklarda ve ister insan hakları, başka bir ifadeyle ister genel haklar ve ister özel haklardan insanların emanet zimmetleriyle ilgili fiili veya sözlü; inançla ilgili veya maddi, manevi; mali ve mali olmayan hakların tümünü kapsadığı için “Allah size buyuruyor” hitabının hükmü de bütün yükümlüleri kapsar. Özel haklarla ilgili ve emniyetle bırakılan emanet ve diğer şeyler, emanetlerden olduğu gibi, kamu işlerine ve haklarına ait olan yönler, makamlar, velayet (valilik), hüküm sürmek, öğüt ve fetva vermek de emanetlerdendir. Bir de bu ayette “ehli” sözcüğü sahip ve ehliyetli manalarını kapsadığı içinbu emir, verilmiş olan emanetlerin sahibine geri vermek ve ulaştırmaktan başka, emanet edilecek şeylerin de ehline ve hak etmiş olanlara emanet ve havale edilmesi anlamını taşır. Bu mana kamu hakkından olan emanetlerde önem arz eder ve ancak o itibarla buyrulmuş bir görev olur. Öyle olmakla birlikte bu da Allah’a ait haklardan olan emanetleri sahibine vermek ve ona ulaştırmak demektir ki bu yönüyle emanet, gerek Allah gerekse insanlar tarafından bırakılan, teslim edilen şeydir.[5]
Emanet kelimesi Bakara/125’te “e-m-n” kalıbında geçmekte ve “güven ve emniyet yeri” anlamına gelmektedir. “Emîn” kalıbı pek çok ayette peygamberler hakkında kullanılmaktadır:
“Bakın, ben size (gönderilmiş) güvenilir bir elçiyim.” Âl-i İmrân/154’de geçen “emeneten” kalıbı “emniyet duygusu”; Meâriç/28’de “me’mun” kalıbında ise “emin olunan” anlamına gelmektedir. “İnanmak” manasına gelen “iman” sözcüğü de bu kelimenin bir başka kalıbıdır. Demek ki inanmak ile güven arasında derin ve sıkı bir bağ olduğundan ikisi de aynı kökten çıkmışlardır. Zaten iman eden kişi güvenilen insandır.
Yüce Allah’ın insana teslim ettiği ve emanet olarak verdiği şeylerden biri, akıl ve onun getirdiği sorumluluktur. Aslında bu anlamın içinde tüm psiko-ideolojik olumlu güç ve yetenekler de vardır. Ancak insana teslim edilen bedeni ve psiko-ideolojik yapı özelliklerinin başındaki emanet hiç kuşkusuz akıldır. Bu yüzden akıl, iyi ile kötüyü ayırt etmesi, birden çok eylem arasında seçim yapması yönünden en büyük emanettir. Bu manadan hareketle beyin ve belleklerin de bu kavramın kapsamındaki güç olduğunu söyleyebiliriz.
Ahzab/ 72’deki emanet sözcüğü tekil olarak geçmektedir:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”
Bu ayette geçen emanet, Allah’ın teklif ettiği ve insanın yüklendiği şeyleri ifade etmektedir. Bunlardan da aklını kullanmasını öğretecek, Allah ve evren hakkında yaratana göre tüm bilgileri içeren Kur’an’dır.
Nisa/58’deki emanet kavramından hemen sonra gelen “ehl” sözcüğüne daha farklı anlamlar vermek de mümkündür. Örneğin, toplumun siyasi erki bir emanettir. Bütün kamu görevleri bir emanettir. Dolayısıyla bu ayetin siyasal ve idari bakımdan yine bir ilki insanlığa sunduğu söylenebilir. Çünkü kamu görevlerinin ehline verilmesi buyruğuyla toplumların aşiret toplumu olmaktan kurtarılarak millet aşamasında uygarlaşmalarını sağlayan önemli bir gelişim ve değişim gerçekleştirilmiştir. Çünkü önceki aşiret toplumlarında görevler asalet unvanına göre dağıtılırdı. Mekke’de kamu görevi yapacak olanlar, Kureyş kabilesinden olmak zorundaydı. Kamu görevi yapmak için bir toplumda asalet unvanına önem verilmesi, o toplumun ilkel ve aşiret topluluğu özelliği taşıdığını gösterir.
Yüce Allah, emanetin ehline verilmesini buyurmakla, asalet unvanı ölçüsünü kaldırmış ve yerine ehil olma /liyakat, uzmanlık ölçüsünü koymuştur. Bu emriyle Allah, bilgi, beceri ve liyakati öne çıkartmış ve buna uyulmasını hükme bağlamıştır.
Yüce Allah, peygamberlik görevini ehil olana vermek için seçim yaptığını Âl-i İmrân/33’te açıklamaktadır. Demek ki emaneti ehline vermek hem Allah’ın yasası/sünneti hem de insanlara ibadet işlevi olan buyruğudur. Modern, uygar, çağdaş ve bilgi toplumu olabilmek için hangi çağda yaşandığı önemli değildir. Önemli olan görevlerin hangi ölçüye göre dağıtıldığıdır. Kamu görevlerinde akrabacılık, particilik, tarikatçılık veya mezhepçilik gibi ölçüler veya anlayışlar rol oynuyorsa, o toplum ilkellikten kurtulamamış demektir. Artık çağımızda ileri toplum olmanın özellikleri arasında, bir emanet olan siyasi, idari ve ekonomideki görevlerin, bilgi, beceri, liyakat ve ihtisas sahiplerine verilmesi gerektiği bilinmelidir. Bilgi, beceri ve kabiliyetin dışında bu görevler için ölçü koymak, toplumu geri götürmek ve ileri gitmesini engellemek anlamına gelir. “Emaneti ehline vermek” bilene, becerene ve yetenekli olana işi yaptırmak anlamına geldiğinden hareketle diyebiliriz ki bir görev için ehil olanı arayan, bulan ve bu konuda başka ölçü kullanmayanlar, Allah’ın buyruğunu yerine getirdiği için O’na ibadet etmiş olmaktadırlar.[6] Emanetlerin ehline verilmesi gereğinden sonra Allah, adaleti sağlamayı buyuruyor:
“İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.”
Emanet “başkasının hakkını ödemek ve vermek” olduğu halde,
Adaletle hükmetmek, “birinin diğeri üzerinde olan hakkını sahibine vermekten” ibarettir.
Yüce Allah önce emaneti, sonra da adaletle hükmetmeyi emretmiştir.
İnsan haklarını yerine getirme konusunda öncelik kişinin kendine aittir.
Başkasının hakkı ödendikten sonra, başkalarının hakkı konusunda hükmetme konusuna sahip olunabilir. Kişinin kendinden başlayarak topluma uzanması ve kendine uyguladıktan sonra başkasına emretmesi esas alınmaktadır.
- Atatürk, ADALETİ Bağımsızlığın Temeli Sayıyor
“Herhalde dünyada bir hak vardır. Ve hak, kuvvetin üstündedir.”(1919)[7]
“Bir hükümet, ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, gelecek, özgürlük her şey adaletle vardır.”(1923)[8]
“Bizim milletimiz ve hükümetimiz, adalet fikri ve adalet anlayışı noktasında hiçbir uygar milletten aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza tanıklık eder. Bu nedenle bizim de adalet mevzuatımızın, bütün uygar milletlerin yürürlükteki yasalarından eksik olması doğru değildir. Savaşımlarımızın yöneldiği tam bağımsızlık kavramında adlî bağımsızlığımızın da içinde bulunduğu doğaldır. Bu nedenle her bağımsız devletin bir ayrılmaz hakkı olan adalet dağıtma görevine kimseyi karıştıramayız.”(1922)[9]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] ve [2] Mustafa KEMAL, Eskişehir-İzmit Konuşmaları (1923), İstanbul, 1999, Kaynak Yayınları, s.65-66.
[3] Konunun daha geniş açıklaması için bkz. Sedat ŞENERMEN, Kur’an’ı, 23.Nisan.1920’de TBMM’ni 4 Ayet Üzere Oluşturan Atatürk Gibi Anlamak, Yeni Dönem Gazetesi, 23 Nisan 2020. Sedat ŞENERMEN, İslam’da ADALET, İstanbul, 2015, Nergiz Yayınları.
[4] Prof.Dr. Talat KOÇYİĞİT, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Ankara, 1990, DİB Yayınları, c.2, s.452.
[5] M.Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1979, Eser Neşriyat, c.2, s.1370-1373.
[6] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.5, s.184, 186.
[7] M.Kemal ATATÜRK, Nutuk, c.III, s.1184.
[8] Mahmut SOYDAN, Gazi ve İnkılâp, Milliyet gazetesi, 6.2.1930.
[9] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.217-218; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi, s.217, 221, 222.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
26 Şubat 2021, 23:29 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22 -
Rifat Serdaroğlu l Ayaklı Virüs Gibi
24 Şubat 2021, 18:07 -
Rifat Serdaroğlu l Dünyanın En Büyük Yalanı
22 Şubat 2021, 17:03 -
Rifat Serdaroğlu l Bunların Sorumlusu Kim?
21 Şubat 2021, 15:40 -
Rifat Serdaroğlu l Sen Nasıl Bir Yüzsüzsün Ya?
20 Şubat 2021, 11:43 -
Sedat Şenermen l Kayıt Dışı Din
20 Şubat 2021, 11:21 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Türkiye ve Türkler, İslamcıların Nesi Olur?
19 Şubat 2021, 22:13 -
Rifat Serdaroğlu l Tek Adama Tek Soru
18 Şubat 2021, 11:01