Sedat Şenermen l Devletin Kurumlarını Tasfiye Toplumu Sürüleştirir 20 Aralık 2020, 14:36
TOPLUMUN SÜRÜLÜKTEN KURTULMASI DEVLET KURMAKLA OLUŞUR/GELİŞİR
Kur’an’da Yüce Allah, geçmiş toplumların yaşamlarından tarih tekrarlanmasın, öğüt/ders ve ibret alınsın diye kıssalar halinde örnekler vermektedir. Devletin kamu kaynaklarının kurutulması ve devleti oluşturan kurumların bozulması, liyakatin ortadan kalması gibi oluşumlar çöküşe giden devletin çatısı altındaki toplumun sürüleşeceğinin örneğini Salih peygamber ve Semut kıssasında açıkça görüyoruz.
- Salih Peygamber (Saygı, sevgi ona) ve Semud Kavmi
“Semûd azgınlığı nedeniyle yalanladı;
Bu kavmin ahrette en mutsuz olacak olanları /liderleri görevi kabul edip gittiği zaman, Allah’ın elçisi onlara demişti ki:
- “Allah’ın devesine önem verin!” ve
“Onun su içmesini, yaşamasını sağlayın!”
“Fakat onlar, onu yalanladılar, bunun sonucundan korkmayarak da Allah’ın devesini, inciklerini kesip öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla onları değişime yıkıma uğrattı sonra da yerle bir ediverdi.” (Şems 91/11-15)
Allah’ın Elçisi Salih (saygı, sevgi ona) ve Semud kavmi hakkında ilk olarak indiriliş sırasına göre Fecr, Necm ve Şems surelerinde söz edilmektedir. Şems suresinin ilk bölümünde;
* İyi ve kötü her şeyi yapabilecek fiziksel ve zihinsel güçler (takva’ya ve fücura yetenek) ile donatıldığı ve dilediğini yapabilmek için kendisine irade özgürlüğü verildiği bildirilen insan,
- Şems 91/8 ve 9. ayetlerde verilen yargıya göre, nefsini arındırdığı, yani aklını işleterek selimleştirdiği takdirde kendini kurtarabilecek, insanlaşacak, uygarlaşacak;
- Potansiyel selim aklını işletmediği, yani güçlerini kötüye /şerre kullandığı takdirde ise şeytanlaşıp perişan olacaktır.[1]
Şems 91/11-15’de ise, gerek yaşamları gerekse sonları yönüyle o günkü Arap coğrafyasındaki halk tarafından iyi bilinen Semud kavminin, bu yargının tipik toplumsal ortak aklını işletmeyen bir örneği olduğu açıklanmaktadır.
Semud Kavmi: Semud kavmi, Hicaz ile Suriye arasında Vadi’l-Kura’da yaşamış eski bir Arap kabilesidir. Kur’an’da bu kabilenin adı yirmi altı kez geçmektedir. Ayrıca Salih peygamberden söz eden ayetler de onun kavmi olan Semud ile ilgilidir.
Arapça dilbilimcilerin çoğunun görüşüne göre “Semud” sözcüğü Arapça değildir ve dolayısıyla da çekimli değildir. Bazılarına göre ise Arapçadır ve “s-m-d” kökünden türemiştir. “S-m-d” sözcüğü “maddesi (kütlesi) bulunmayan su” demektir ki, bununla “az su” anlamı kastedilir ve “kırağı, çiy” suları için kullanılır. Su sarnıçları, az su bulunan çukurlar, çukur kazılıp suyun bulunamaması durumu “semd” sözcüğüyle ifade edilir.[2]
Eğer sözcüğün bu kökten geldiği varsayılırsa “Semud” adı “suyu kıt olan” anlamına gelir.
Semud kavmi, kırağı ve çiy sularına muhtaç, sarnıca veya suyu az olan su çukurlarına mahkûm üç beş bedeviden ibaret görülmemelidir. Kur’an’ın diğer ayetlerinden anlaşıldığına göre Semud, kalabalık bir halkı olan medeniyet sahibi bir kavimdir. Eski çağlarda tarım ve hayvancılıkla geçinen bir halkın en verimli çağındaki genç bir deveyi kendi çocuklarından bile üstün tuttuğu/tutabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle sözcüğün hakikat manasından çok mecazî anlamına yönelmek zarureti vardır. Semud kıssasında üzerinde durulması gereken deve değil, bu devenin “Allah'ın devesi (kamuya ait)” oluşudur.
Arap kaynaklı olmayan tarihi belgelerde de Semud kavminden söz edilmektedir: “M.Ö. 715 tarihli Sargon kitabesinde Semud kavmi, Asurluların hâkimiyet altına aldıkları Doğu ve Merkezî Arabistan kavimleri arasında anılmaktadır. Aristo, Batlamyus ve Plinus, Semud kavminden “Thamudaei” olarak belirtilen isim ile söz etmişlerdir. Plinus’un Semud kavminin oturduğu yer olarak zikrettiği Domatha ve Hegra’nın, İslâmî kaynaklarda bu kavmin oturduğu yer olarak kaydedilen Hicr ile aynı yer olduğu kabul edilebilir.”[3]
Bu kavme peygamber olarak Salih gönderilmiştir. Semud kavmi de Âd kavmi gibi Kur’an’da ibret tablosu olarak sunulmuştur. Gerek Semud kavmi ve gerekse bu kavim ile Salih peygamber arasındaki mücadele hakkında Taberî, İbnü’l-Esir ve İbn-i Kesir’in eserlerinde rivayetlere dayalı ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Ancak doğru olan, bizi ilgilendirecek bilgilerin doğrudan Kur’an’dan çıkarılmasıdır.[4]
- Şems 91/11-15’de Dikkat Çekici Üç Önemli İpucu
Şems 91/11-15. ayetleri anlayabilmemiz için bu ayetlerde geçen ipuçlarını iyi değerlendirmek gerekmektedir. Bize göre bu ipucu ifadeler:
- Semud’un yalanlamalarına neden olan inançları,
- Dişi deve,
- Bu dişi devenin “Allah’ın dişi devesi” olması gibi olgulardır.
( a ) Allah’ın Elçisini Yalanlamalarına Sebep: Tuğyan
Tuğyan, insanın çok para-pul, mal-mülk, köle-kul sahibi olarak kendini her türlü ihtiyacın üstünde görmesi, bu yeterlilik duygusuna kapılarak “baron”laşması, “lord”laşması, “rab”leşmesidir. Kur’an bu sözcüğü Firavun ve Mekke yöneticileri ve benzerleri için kullanmıştır. Ayetlerden anlaşıldığına göre Semud kavmi de aynı dalâlet içine düşmüştür.
( b ) Dişi Deve
Bu dişi deve hakkında “halkının Salih’ten bir mucize istemesi üzerine onun da kayalardan bir dişi deve çıkarması” gibi bir çok efsane uydurulmuş ve bu efsaneler ekseninde ortaya atılan rivayetler/söylentiler ile olur olmaz açıklamalar yapılmıştır.
Ayette geçen “en-nâkah” sözcüğü “dişi deve” demektir. Ancak Araplar her dişi deveye değil, sadece beş yaşına basan dişi develere “en-nâkah” derlerdi. Ayetin mesajının doğru anlaşılması için bu ayrıntının daima göz önünde bulundurulması gerekir.
Beş yaşına girmiş dişi deve, eti, sütü ve gücü itibariyle göçebe ve hayvancılıkla geçinenler için çok önemli bir ekonomik değeri ifade etmektedir.
( c ) “Allah’ın Devesi”
Rivayetlere dayalı anlatımlarda “Salih’in Devesi” olarak geçen dişi deve, ayette doğrudan Allah’a izafe edilerek “Allah’ın Devesi” olarak adlandırılmıştır. Devenin Allah’a izafe edilişi, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir konudur. Devenin Allah’a izafe edilmesinden maksat;
- Onun Allah tarafından yaratılması veya
- Devenin Allah’ın varlık ve birliğine kanıt olması değildir.
Zaten evrendeki her şeyin yaratıcısı Allah’tır ve evrendeki tüm varlıklar da Allah’ın varlığına ve birliğine kanıttır. Bu nedenle, kastedilenin bundan daha başka bir şey olduğu iyi anlaşılmalıdır.
Bilindiği gibi, Kur’an’da Kâbe’ye “Beytüllah /Allah’ın Evi” denilmekte ve o da Allah’a izafe edilmektedir.[5] Bundan dolayıdır ki “Allah’ın Dişi Devesi” ifadesini doğru anlamak için önce Kâbe’ye neden “Allah’ın evi” dendiğinin anlaşılması gerekmektedir.
Beytullah /Allah’ın Evi, “Allah’tan başka hiç kimsenin olmayan, kimsenin sahiplenemeyeceği ev” demektir. Bu özellik onun tüm insanlığa, kamuya ait olduğunu göstermektedir. Allah’ın Evi, kamuya açık, kamu yararlarının konuşulduğu, kamu haklarının gözetildiği, herkesin hür ve eşit olduğu bir yerdir. Bu anlamda bütün camiler/mescitler de “Beytullah”tır. Ne var ki cami ve mescitlerin takva üzere inşa edilmeleri, Allah’ın dinine uygun olmayan işlevlerde kullanılmamaları gerekir.
Bir varlığın Allah’a izafe edilmesinin ne anlama geldiği anlaşıldığına göre, ayetteki “Allah’ın Devesi” tamlamasından ne anlaşılması gerektiği de anlaşılmış olmalıdır.
“en-Nâkah”, sözcük anlamıyla:
* O dönemde toplumun fakirlerinin, yetimlerinin, miskinlerinin, kısaca ihtiyacı olan herkesin ortaklaşa sahip olduğu, serbestçe sütünden, gücünden ve yavrusundan yararlanacağı, kamu malı olan beş yaşında güçlü bir dişi devedir.
* Günümüzde bu deyim;
- Salat’a; zihinsel ve maddi desteğe; eğitim-öğretime,
- Hayır kurumlarına, sosyal yardım vakıflarına,
- Sosyal güvenlik sigortalarına karşılık gelmektedir.
Aç ve yoksul insanların bu kurum (en-nâkah) sayesinde açlıktan, sefaletten, kula kulluktan kurtulmaları o günkü Semud kavmi ileri gelenlerinin hoşuna gitmemiştir. Çünkü kendilerine kulluk edenlerin kulluktan kurtulması, kendilerini bütün ihtiyaçların üzerinde gören bu tağutların işine gelmemiştir.[6]
( d ) Allah’ın Elçisi
Ayette “Allah’ın Elçisi” ifadesi ile kastedilen Salih peygamberdir. Burada adı anılmamış olsa da, bu olayın anlatıldığı Hud, Kamer, A’râf, Şu’ara surelerinde olaydaki elçinin Salih peygamber olduğu bildirilmiştir.
Şems 91/13’deki “Allah’ın devesi!” ve “Onun su içmesi!” ifadeleri tahzirdir, yani uyarı için bir sesleniştir. Burada elçinin “Allah’ın Devesi!” ve “Onun su içmesi!” demesi, yaşamasında herkes için yararlar olan bu deveye özen gösterilmesini, onun ihmal edilmemesini hatırlatmak anlamındadır. Bu durum, örnek vermek gerekirse, yanındaki çocuğun tehlikede olduğunun farkında olmayan birine tehlikeyi kısa yoldan bildirmek için “Çocuk! Çocuk!” diye seslenilmesine benzemektedir.
Ayetlerde geçen bazı sözcüklerin anlamlarına bir tek sözcükle karşılık bulmak maalesef her zaman mümkün olamamaktadır. Genellikle yanlış olarak “kalkıp gitmek” şeklinde çevrilen “inbease” sözcüğü de bunlardan birisidir.
Üç harfli kökü “be-‘a-se” olan “inbease” sözcüğü, bulunduğu kalıp itibariyle dönüşlülük anlamı kazanmakta ve “göndermek” olan kök anlamı da “gönderilmeyi kabul edip gitmek” şeklinde değişmektedir.
“İnbease” sözcüğü doğru anlamıyla değerlendirildiğinde Semud’un en azgını olan kişinin Allah’ın devesini kendi iradesiyle yok etmediği, bu görevin ona başkalarınca verildiği, onun da bu görevi kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Kamer 54/29’daki “Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da alacağını alıp inciklerini kesip öldürüverdi” şeklindeki açıklama, deveyi öldürme kararının ortak alındığını, infaz işinin ise bu karar doğrultusunda içlerinden biri (ki bu kişi liderleridir) tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu durumda Semud’un bir kişinin işlediği bir suç yüzünden değil, kavmin tağutlarınca ortak alınan bir infaz kararından dolayı cezalandırıldığı net olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece “inbease” sözcüğünün yanlış anlamlandırılması nedeniyle ortaya çıkan ve bir kişinin işlediği suçtan dolayı bütün bir toplumun cezalandırıldığı yönünde adalet ilkelerine ters bir izlenim veren yanlış algı da ortadan kalkmış olmaktadır.[7]
Bu hususta şu ayetler dikkate alınmalıdır:
“Ve Biz, bir ülkeyi değişime /yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.” (İsra 17/16)
“Ve sadece sizden kendi benliklerine haksızlık edenlere isabet etmeyen toplumsal ateşlerden korunun ve hiç şüphesiz Allah’ın, azabı çetin olan olduğunu bilin.” (Enfal 8/25)
( e ) Devenin Kesiliş Biçimi
Semud kavmi ve Salih peygamberin konu edildiği bölümlerde devenin öldürülüşü “‘a-ka-ra” fiili ile ifade edilmiştir. Bu sözcük de önemli ayrıntılar içermektedir. Şöyle ki:
“’A-ka-ra” fiilinin türediği “a-k-r, u-k-r” köklerinin esas anlamı “kadının hamile kalmaması için önlem alması, doğum kontrolü” demektir. Doğum kontrolü yapmak üzere içilen nesnelere de “ukr” denilmiştir. Bu bağlamda sözcüğün “bir şeyin doğasını değiştirmek, orijinalliğini bozmak” gibi anlamlara geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim “Akr” sözcüğü bu anlam ekseninde “yaralamak” manasında kullanılır olmuştur. Zira yaralama da doğallığı, orijinalliği bozmaktır.
“Akr” sözcüğü daha sonraları genel anlamda “yaralama” anlamını kaybederek özellikle deve, at, koyun gibi hayvanların ayaklarının “inciklerinin, diz ile topuk aralarının” kesilmesi anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Araplar deve, at, sığır ve koyun gibi hayvanları keserken önce kılıçla hayvanın inciklerini kesip sonra da yere yıkılan hayvanı boğazladıklarından, bu sözcük de hayvan kesim işinin birinci aşamasını anlatmak için kullanılır olmuştur.[8]
“Akr” sözcüğünün anlamı için bugünkü Türkçede bir karşılık aranacak olursa, en uygun karşılık “tırpanlamak” sözcüğüdür.
Bütün bu bilgiler ışığında, kamu yararına çalışan bir hayvan olduğunu düşündüğümüz “Allah’ın Devesi”nin Semud kavmi tarafından ayakta durmasını sağlayan organları kesilerek ortadan kaldırıldığı anlaşılmaktadır. “Allah’ın Devesi” ifadesinin işaret ettiği anlam bugüne taşındığında, bu devenin işlev yönünden kamu yararına çalışan bugünkü kamu kurumları niteliğinde olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. Devenin yok edilmesi ise bu kurumları ayakta tutan vergi, aidat, bağış gibi gelir kaynaklarının kesilmesini, ödenmemesini ya da yolsuzluklarla yok edilmesini düşündürmektedir.
A’râf suresinde daha ayrıntılı olarak görülecektir ki, Semud kavmi Allah’ın devesini ortadan kaldırdığı için topyekûn yok edilmemiş ama perişan hâle getirilmiştir. Dolayısıyla açgözlülükleri yüzünden sosyal adaleti sağlamakta ihmalkâr davranan günümüzün tağutlaşmış toplumlarını da böyle bir perişanlık beklemektedir.
- Kamu Malını Talan Yahut Kamu Kaynaklarını Kurutmak Çöküşü, Sürüleşmeyi ve Felaketi Getirir
“Ant olsun ki Biz, Semûd’a da kardeşleri Sâlih’i elçi olarak gönderdik. O dedi ki: “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt (beyyine) geldi. İşte şu, Allah’ın devesi /sosyal yardım ve destek ilkesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.” (A’raf 7/73)
A’raf 7/73’de geçen:
(a) “Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur” ifadesi tevhit inancıdır. Tanrı olarak yalnız Allah’a inanmak ve yalnız O’na kulluk/itaat/ibadet etmek daha önce Hz. Nuh ve Hud peygamberin tebliğ ettiği mesajın ilk sırasında yer almıştı. Bunun anlamı, tüm Allah elçilerinin getirdiği evrensel yasa, tevhit inancıdır. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler, bu inancı tebliğ etmişlerdir.
(b) “Size Rabbinizden açık bir kanıt (beyyine) geldi. İşte şu, Allah’ın devesi /sosyal yardım ve destek ilkesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.”
“Allah’ın devesi /sosyal yardım ve destek ilkesi” ve “sizin için bir ayet” denmesinin anlamı, herkesin ona sahip çıkması, herkesi ilgilendirmesi ve herkes için aynı değeri taşımasıdır. Tıpkı Kâbeye “Allah’ın evi” denmesini andırmaktadır.
Ayetteki deve dişidir. Bununla Yüce Allah, dişiliğin önemli bir özellik olduğunu vurgulamaktadır.
Bu deve, Semut kavmi için bir ayettir. Ayet, “kanun, delil, mucize” demektir. Semut kavmi Hz. Salih’ten mucize istiyordu. Yüce Allah da dişi deveyi onlara mucize yönü/anlamıyla gösterdi. İsra 17/59’da mübsıra sözcüğüyle devenin mucize olduğu açıklanmaktadır. Ama bu sözcüğün başka bir anlamı daha vardır. Semut kavmine sunulan bu deve, İsra 17/59’da mübsıra, yani “uyarıcı, aydınlatıcı bir belirti” olarak verilmiştir. Besara sözcüğünden türeyen mübsıra aslında “gösterici, uyarıcı ve aydınlatıcı” anlamını ifade etmektedir. Böylece A’raf 7/73’de geçen “ayet”in manasını da vermiş olmaktadır.
Kamer 54/27’de geçen fitne sözcüğüyle, bu dişi devenin, Semut kavmi için bir “imtihan”, bir “görev” olduğu söylenmektedir:
“Şüphesiz Biz onlara, kendilerine görev/imtihan olmak üzere sosyal destek kurumları kurmalarını ve onları ayakta tutmalarını emredeceğiz. Onun için sen onları gözetle ve sabret.”
“Ve onlara bu kurumları ayakta tutacak zekât; vergi ve harcamada bulunma görevlerinin, kendi aralarında pay edilmiş olduğunu haber ver; herkesin kamuya ne miktarda katkıda bulunacağı da belirlenmiştir.” (Kamer 54/27-28)
Hz. Âdem’e ağacın yasaklanması ne idiyse, Semut kavmine de devenin yasaklanması o olmuştur. Bu durum bir sınama, deneme, yani bir imtihandan /görevden ibarettir. Demek ki Semut kavminden dokunulmaması istenen deve, “ayet, mübsıra”, yani “uyarıcı, aydınlatıcı” ve bir “fitne/imtihan” olmaktadır.[9]
(c) “Bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.”
“Allah’ın devesi”ne “kötülükle yaylaşmayın”, yani kamu malı/kaynaklarını kurutmayın, üretim, istihdam ve ihracatın önü hep açık olsun, geliştirilsin. Ki tükenen kamu malı, yani sosyal yardım ve destek ilkesi sonunda aşırı dışa borçlanma sonucu düyunu umumiye kapınıza gelir dayanır. “Sizi acıklı bir azap yakalayıverir.”
“Sakın ona kötülükle dokunmayın”, yoksa “sizi acıklı bir azap yakalayıverir” ifadesinden şöyle bir sonuç çıkarabiliriz. Cezanın bulunduğu yerde hukuk, hukukun bulunduğu yerde cezanın bulunacağı bir gerçektir.
- Devlet Kurmak, Toplumu Sürülükten Kurtarır
“Ve düşünün ki Âd’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarını evler hâlinde yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde kargaşa çıkaranlar olarak taşkınlık yapmayın.” (A’raf 7/174)
Salih peygamber, Semut toplumunu disipline etmek için, Allah’ın onlara sağladığı nimetler üzerinde düşünmelerini ve nankörlük etmemelerini önermektedir. Peki, üzerinde düşünülecek nimetler nelerdir?
( a ) Âd kavminin yerine geçip devlet kurmak ve böylece siyasal erki ellerine geçirmek. Rabbimiz, Âd kavminden sonra onların yerine geçip devlet kurmalarını Allah’ın gerçekleştirdiğini bilmeleri ve bunun üzerinde düşünmelerini buyurmaktadır. Bir toplumun sürülükten kurtulup devlet kurması, dünyevi nimetlerin ilk sırasında yer almaktadır.
( b ) Çünkü ayetteki “sizi yeryüzünde yerleştirdi” ifadesi, göçebelikten yerleşik düzene geçmek anlamına gelmektedir. Göçebelikten kurtulup yerleşik düzene geçmek, bir toplum için uygarlık adına çok büyük bir nimet olmaktadır.
Hem Âd kavminden sonra devlet kurmak hem de yerleşik düzene geçmek gibi konular üzerinde düşünülmesi ve bu oluşumların Allah’tan geldiğinin bilinmesi, Salih peygamber tarafından onlara bir düşünme ödevi olarak verilmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki siyasal erki elde etmek ve yerleşik düzene geçmenin kaynağında ilahi iradenin olduğunu bilmek, konuları dini alana çekmekte ve şükre neden olmaktadır. Salih peygamber onları doğruya çekebilmek için, sahip oldukları sosyal ve siyasal nimetler üzerinde mantıklı düşünmelerini öngörmektedir.
( c ) Ovalarda saraylar, dağlarında da evler yapmaları, yazlık ve kışlık oturdukları yerleri olduğuna işaret etmektedir. Saray yapmaları hem sanata, hem de ekonomik imkâna sahip olduklarını göstermektedir. Geldikleri uygarlık seviyesi gereği durumlarını analiz edip, uygar insan gibi davranmaları istenmektedir.[10]
( d ) “Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayınız” ifadesi, “Allah’a şükrediniz” anlamına gelmektedir. A’raf 7/174. ayetin birinci bölümünde sahip oldukları nimetler üzerinde düşünmeleri, bu bölümde de şükretmeleribuyrulmakta ve düşünceden şükre geçiş gündeme getirilmektedir.
Düşünmek ve şükretmek ayetin sonunda geçen olumsuzluğu, yani “yeryüzünde fesatçılar olarak karışıklık çıkarmayın” şeklindeki bozgunculuğu önleyecek beynin zihinsel eylemiyle oluşacak aklıselimin eylemidir. “Düşünmek ve şükretmek”le oluşan toplumsal ortak aklıselim, toplumsal düzeni bozmaktan insanları alıkoyacaktır. Aksi takdirde kullanılmayan /oluşmayan devlet aklının kötüye/yanlışa kullanılması, devleti oluşturan kurumların çökmesine, toplumun da sürüleşmesine, çöküşe gidişin taşlarının örülmesine neden olacaktır.
- Salih Peygamber’i Yok Etmeye Memur Dokuzlu Çete
“Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuz kişilik bir grup vardı.”
“Allah’a yeminleşerek, “Gece ona (Salih’e) ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velîsine /haklarını koruyacak yakınlarına, ‘Biz, o ailenin yok edilişine şahit olmadık /olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz” dediler.”
“Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık.”
“İşte bak! Onların tuzaklarının âkıbeti nice oldu, şüphesiz Biz onları ve toplumlarını toptan yerle bir ettik.”
“İşte, onların, şirk koşmak suretiyle işledikleri yanlışlar yüzünden çatıları çöküp ıpıssız kalmış evleri.Hiç şüphesiz ki bunda, bilen bir toplum için bir alâmet /gösterge vardır.”
“İman eden ve Allah'ın koruması altına girmiş olan kişileri de kurtardık.” (Neml 27/48)
Neml suresinin yukardaki ayetlerinde örnek gösterilen toplumların üçüncüsü Semud kavmidir. Bu ayetlerde, Salih peygamberin kavmini uyarmak için gösterdiği çaba ile kavminin ona büyüklenerek karşılık vermesi ve bu yüzden de belâsını bulması anlatılmaktadır. Ayrıntıları A’râf suresinde geçmiş olan kıssanın eski anlatımlara ek olarak buradaki anlatımında, Salih peygambere karşı olan grup içinden dokuz kişilik bir çetenin ona suikast düzenlemek üzere yeminleştikleri bildirilmiştir.
Dikkat edilirse, Salih peygamber ile kavmi arasında geçen olaylar ile peygamberimiz ve Mekkeliler arasında geçen olaylar bire bir benzerlik arz etmektedir. Salih peygamberin kavmi de tıpkı Mekke halkı gibi iki gruba ayrılmış ve aralarında çekişmişlerdir.
Neml 27/48. ayette geçen “yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuzlu bir grup” ifadesinden Arap örfüne göre anlaşılmaktadır ki, Salih peygamberi yok etme işine dokuz sülaleden dokuz kişi kalkışmıştır.[11]
Neml 27/49. ayette geçen “velisine” ifadesi ile Salih peygamberin mensup olduğu kabilenin reisi kastedilmiştir. Çünkü eski kabile geleneğine göre kabile reisi, kabilenin fertlerinin kan davalarını güdebilen kişidir.
Dokuzlu Mafyatik Çete Her Dönem ve Mekânda Vardır
( a ) Neml 27/48’de yer alan raht sözcüğü “grup, cemaat” anlamına gelmektedir. Olumsuz manasıyla “çete” diyebiliriz. Bunların özelliği ülkede bozgunculuk yapmak ve iyiliğe asla yanaşmamaktır. Yüzyıllar önce Semut kavminde var olan bu çetenin bize anlatılmasının amacı, günümüzde bazı toplumlarda ve devletler arasında her zaman bozgunculuk yapan, iyiliği asla düşünmeyen çetelerin, örgütlerin olacağına dair uyarılar yapması ve bunlar konusunda bizim daha dikkatli davranmamızı öğütlemesidir. Bu tür mafyatik çetelerin ülkeyi sarsacak, sosyal dengeleri bozacak bir güce ulaştıklarına da ayette işaret edilmektedir.
Diğer taradftan ayette bu sosyal grupların, çetelerin, cemaatlerin yapısı ve amaçları da açıklanmaktadır. Kötülük üzerinde, kötülük yapmak amacı için kurulmuş, iyiliğe asla yanaşmayan bir psikolojik ve sosyal yapıları vardır bunların. Ayette geçen velâ yuslihûn ifadesine, “uyumdan yana olmayanlar, ıslahata gitmeyenler ve iyiliğe yanaşmayanlar” anlamını vermek gerekiyor.
Salih peygamberin toplumu olan Semûd kavminin bu özelliklerinin burada verilmesi manidardır. Çünkü yine Neml 27/36-44. ayetlerinde Seba Melikesi Belkıs’ın toplumu yanlış yolda olduğu halde değişime yatkın oldukları anlatılmış, ardından değişime yatkın olmayan toplumlara örnek olarak Semûd kavmi verilmiştir. İki değişik psikoloji, iki değişik davranış şekli ve iki değişik toplumsal yapı modelleri bu surede peşpeşe ortaya konmaktadır. Yüce Allah burada, iyiye yatkın olan, uyum sağlamaya müsait olan toplumla, asla ıslahattan yana olmayan, kötülüğü değişmeyen ahlâk edinen toplumun farkını vurgulamakta, günümüzde toplumların siyasi erkini elinde tutanlara öğüt vermektedir.
Bu tür mafyatik çeteler, etrafa saldıkları korku ile devleti ele geçirmeye çalışırlar. Önlerine çıkan ve iyiliğin öncülüğünü yapmaya çalışanları devirip geçmeğe uğraşırlar.
( b ) Esasen bu çeteler Allah kavramını da bilmekte idiler. Çünkü Neml 27/49’da “Allah’a ant içtiler” ifadesine yer verilmiştir. Kötülük yapmak için yemin eden bu insanların tipinde günümüzde de insanlar veya çeteler vardır.
Bundan şu sosyolojik gerçeği çıkarabiliriz: “Allah’a inanan herkes iyi olacak” diye bir değerlendirme doğru değildir. Allah’a inanır, inandığı Allah adına kötülük yapmak üzere yemin eder.
( c ) Bu çeteler, Hz. Salih ve ailesine tuzak kurup onları yok etmek istediler ve yeminlerini bunun üzerinde yaptılar.
Ama bu tuzağı kurarken, bu yemini yaparken Salih peygamberin velisine ne diyeceklerini de hesaplamışlardı. Orada olmadıklarına dair doğru söylediklerini inandırmaya çalışacaklardı. Demek ki, bu çeteler “veli” ve “doğruluk” gibi kavramları da biliyorlardı. Böylesine çeteler bile doğruluktan söz edebiliyor ve böyle bir ahlâkî değerin farkına varabiliyorlardı. Demek ki fert ve gruplar ne kadar kötü olursa olsunlar, bilinç altlarında iyilik gibi değerler vardır. Onları bastırdıklarından dolayı iyiden yana değişim sıçramasını gösteremezler.
Buradan şu sonucu çıkarabiliriz:
Bir toplumun içindeki çeteler, mafya grupları ve örgütlenmiş kötüler, kendi niyetlerini, amaçlarını ve elde etmek istediklerini hayata geçirirken önlerine çıkan kim olursa olsun ölümüne varacak bir şekilde ona karşı çıkarlar. Toplumu, toplum olmaktan çıkaran, onu çürüten bu çete gruplarını yine toplum doğurmaktadır. Tıpkı elmenın içindeki oluşan kurt gibi, kendinden oluşur ama kendini çürütür.[12]
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.1, s.472.
[2] Ez-ZERKEŞÎ, Tâcü’l-Arûs, c.4, s.373-374; İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab, c.1, s.698, “S-m-d”md.
[3] H. N. BRAU, İslam Ansiklopedisi, “Semud” maddesinden aktaran: Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.1, s.212-213.
[4] Kur’an’da A’râf 7/73-79; Şu’ara 26/141-159; Neml 27/45-53; Hud 11/61-68; Kamer 54/23-32; Şems 91/11-15; Fussılet 41/17,18 ve Hakka 69/4-8. ayetlerinde Semud kavmi ve Salih Peygamber ile ilgili tarihsel gerçekliği aydınlatan bilgiler bulunmaktadır.
[5] Bkz. YÜCE KUR’AN İBRAHİM 14/37; BAKARA 2/125; HAC 22/26; KUREYŞ 106/3.
[6] Kur’an, tağutların bu tutumuna ve sonrasına değişik surelerde sosyal devlet, kamu malı ve kamu kaynaklarını ayakta tutacak üretim çalışmaları bağlamında dikkat çekmek üzere birçok kez tekrar etmektedir. (Bkz. YÜCE KUR’AN A’RÂF 7/73-79; KAMER 54/23-32; HUD 11/61-68; ŞU’ARA 26/141-159)
[7] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.1, s.472-475.
[8] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab, “’A-k-r”md.
[9] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, 3.Basım, c.7, s.207.
[10] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.7, s.209.
[11] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.3, s.347.
[12] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, 3.Basım, c.14, s.235, 236.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Bana Dostunu Söyle
06 Mart 2021, 11:01 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Niçin Bu Kadar Parti Kuruldu?
05 Mart 2021, 16:13 -
Rifat Serdaroğlu l Esir Miyiz/Rehin Miyiz?
04 Mart 2021, 19:47 -
Rifat Serdaroğlu l İnsan Haklarını Eyleme Planı
03 Mart 2021, 12:41 -
Rifat Serdaroğlu l Bir Duruşu Olmalı İnsanın!
03 Mart 2021, 10:50 -
Rifat Serdaroğlu l Gerçekler Konuşulsun Artık
27 Şubat 2021, 18:07 -
Sedat Şenermen l Gıda Emperyalizmi
27 Şubat 2021, 14:04 -
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
28 Şubat 2021, 00:26 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22