Sedat Şenermen l Atatürk ve Hz. Muhammet 22 Ekim 2020, 18:02
ATATÜRK Ve Hz. MUHAMMET
“Muhammed Mustafa, peygamber olmadan önce kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet[1] ve kırk üç yaşında risâlet[2] geldi. Fahriâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi yıl çalıştı ve İslam dinini kurmağa ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına erişti.”[3]ATATÜRK
- Atatürk’e Göre Hz. Muhammed “Allah’ın Birinci ve En Büyük Kuludur”
Müslüman olduğundan iftiharla söz eden Atatürk’ün, İslam dininden olduğu gibi, Hz. Peygamber’den de övgüyle ve hürmetle söz ettiği pek çok söylemi vardır. Hz. Peygamber’den söz ederken O, hep genellikle “Cenab-ı Peygamber”, “Peygamber Efendimiz”, “Fahr-i Kâinat Efendimiz” ve onun dönemi söz konusu olduğunda da “Peygamberimiz zamanı saadetlerinde” diyerek konuşmasına başlamıştır.
O, Hz. Peygamber’i çağdaş bir biçimde anlamıştır. Atatürk’ün, yeryüzünde en hayran olduğu kişi Hz. Muhammed’dir. Ona duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getirmiştir. Hz. Muhammed’e layık olduğu değeri vermiş, O’nu yanlış tanıtmaya çalışanlarla mücadele etmiştir. Hz. Peygamber’i küçültür biçimde konuşmalar yapılmasına izin vermemiştir. Nitekim bir gece sofrasında Hz. Muhammed’i küçük düşürücü tarzda konuşmalar yapılması üzerine sıkıldığını belli ederek şöyle tepki vermiştir: “Bu bahsi kapatın… Peygamberleri küçültmek isterseniz kendiniz küçülürsünüz.”
Atatürk, Hz. Peygamber’i hem büyük bir dinin kurucusu hem de büyük bir komutan olarak severdi. Peygamberimizden söz ederken, yalın bir şekilde “Muhammed” değil, “Hazreti Muhammed” demeye özen gösterirdi.
İnşirah suresini okuyup tefsirini yaptığını bildiğimiz Atatürk, bu surenin dördüncü ayetinde açıklanan Hz. Peygamber ile ilgili “Senin şanını yükseltmedik mi?” şeklindeki ifadeyi veciz bir şekilde şöyle yorumlamıştır:
“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar o (peygamber) ölümsüzdür.”[4]
Atatürk’ün bu sözleri, İnşirah suresinin dördüncü ayeti olan “Senin şanını yükseltmedik mi?” ifadesinin özlü bir açılımı niteliğindedir. Müfessirlerin yorumlarından da anlaşılacağı gibi ayette, Hz. Muhammed’in Allah’ın en üstün kulu olduğu, onun adının her zaman yaşadığı ve yaşayacağı, milyonlarca insanın onu sevdiği ve yolundan yürüdüğü belirtilmektedir.
- Atatürk’e Göre Bedir Savaşı, Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin En Kuvvetli Delilidir.
Atatürk, Dolmabahçe Sarayında Başbakan İsmet İnönü ile birlikte bulunduğu bir sırada, Şemsettin Günaltay’ı masanın başına çağırıp eliyle Bedir Savaşı’nı gösteren haritayı işaret ederek, heyecan ve duygu yüklü bir şekilde şu sözleri söylemiştir:
“O’nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hazreti Muhammed’in bir avuç imanlı Müslüman’la mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir. O’nun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.”[5]
“Hakikat-i Tasvir Gazetesi”nde[6] yer alan; Bedir Cengi münasebetiyle, Atatürk’ün Hz. Peygamber’e hayranlığını anlatan bir yazıda M. Şemseddin Günaltay’ın bir anısı aktarılmaktadır. Buna göre:
“İslamların, Kureyş kafilesine karşı en büyük ve mühim zaferi olan Bedir Cengi, Peygamberlerin en sonu ve en büyüğü olan Hz. Muhammed’in, aynı zamanda pek büyük bir asker ve başbuğ olduğunu da ispat etmiştir.”
“Bu muazzam zaferin hikâyesine başlamadan önce, o zaferin askerlik yönünden büyük önemini ve Peygamberimizin bu savaşı sevk ve idarede gösterdiği askerî dehayı, yüzyılımızın en büyük askerlerinden biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ağzından dinleyelim”:
Olayın tanığı bulunan ve bizzat Atatürk’ün muhatabı olan rahmetli tarihçi ve İslâmiyât bilginimiz Şemseddin Günaltay, Konya’da bir parti kongresinde yaptığı pek mühim ve tarihi konuşmada, Atatürk’ün Bedir Cengi ve Yüce kahramanı hakkındaki hayranlığını şöyle anlatmıştı:
“- Atatürk’ün birer asker kaçağı yuvası halini alan medreseleri kapatmasının ve dinimizi cehaletin ve yobazlığın elinden kurtarmak için giriştiği nurlu ve hayırlı inkılâbın anlamını kavrayamayan bir takım kimseler, o büyük adamın dinî inançlarından kuşkuya düşmüşlerdi.
Bu sırada münevver geçinen tanınmış bir zat da, bu yanlış görüşe düşerek, güya Atatürk’ün gözüne girmek gayretine düşmüş ve mutaassıp bir İslam düşmanı tarafından, İslâmiyet ve Hz. Muhammed aleyhine yazılmış bir eseri Türkçeye çevirip Atatürk’ün görüş ve onayına sunmuştur.”
O sırada Dolmabahçe Sarayında oturmakta olan Atatürk, bu eserişöyle bir göz gezdirdikten sonra, hemen Şemseddin Günaltay’ın Erenköy’ündeki köşküne telefon ettirerek kendisini acele saraya davet etmiş ve mahut çeviriyi göstererek:
“- Hocam, şu kitabı gördünüz mü? Bu konuda ne dersin?”
Diye sorması üzerine, bu ani sual karşısında ne cevap vereceğini şaşıran Ş.Günaltay da bir an için Atatürk’ün dinî inancı hakkında tereddüde düşmüş, acaba kitap hakkında hakiki bir kanaati nedir, nasıl bir cevap verebilirim, diye aklından geçirmiş ve nihayet:
- Paşam, birkaç gün müsaade buyurunuz da, inceleyeyim.
Deyip evine dönmüştür. Günaltay’ın yanıtını sabırsızlıkla bekleyen Atatürk, günün birinde acele bir emirle, Hocayı Saraya çağırtmıştır. Burada sözü Ş. Günaltay’a bırakalım ve olayı kendi ağzından dinleyelim:
“- Dolmabahçe Sarayına acele celb edildiğim gün, beni doğru Atatürk’ün huzuruna çıkardılar.
Atatürk, büyük bir masanın başında, zamanın Başvekili İsmet Paşa ile karşı karşıya oturuyorlar ve önlerindeki haritaya eğilmişler, dikkatle bir şeyler inceliyorlardı.
Ben içeriye girince, başını kaldırıp gözlerimin içine bakan Atatürk hemen sordu:
- Kitabı incelediniz mi, fikriniz nedir? Dedi.
Artık tereddüde lüzum ve imkân kalmamıştı, ne olursa olsun dedim ve çeviriyi Ata’nın önüne koyarak:
- Ele alınacak şey değil, bir facia, Paşam!
Diye cevap vermeye kalmadan, Atatürk yerinden fırlayıp parladı ve Başvekile dönerek:
- Bu paçavrayı toplatın ve tercümeyi yapan (….) Beyi de, Devlet hizmetinde kullanılmamak üzere Hükümet kapısından uzaklaştırın.
Diye emretti. Atatürk’ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti:
Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askerî harita idi ve Hz. Muhammed’in büyük Bedir Cengini adım adım gösteriyordu.”[7]
- Atatürk Hz. Muhammed’i De İslam Dinini De Doğru ve Tarihsel Gerçekliğiyle Biliyordu?
Her mezhep, her tarikat, her cemaat ve grup kendi görüşlerinin haklılığını savunmak için, her biri kendilerine uygun bir “Muhammed” yaratmışlardır. Ne kadar öbek varsa, o kadar “Muhammed” ortaya çıkmıştır. Gerçekten bu gün kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar nasıl bir Muhammed’e inanıyor? Rüyaların ve hayallerin Muhammed’ine mi? Kur’an’ı tebliğ eden Muhammed’e mi? İşte Müslümanlar için, dini doğru olarak anlayıpanlamama sorunu burada başlıyor. Yani, Peygamberi doğru anlamak dini doğru anlamak, Peygamberi yanlış anlamak dini yanlış anlamaktır.[8]
Şimdi, Atatürk’ün Saygıdeğer Peygamberimizi nasıl anladığını kendisinden öğrenelim:
“Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş, sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, O’nun yüksek kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Kavramaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Savaşı’nda en büyük bir komutanın yapabileceği bir planı nasıl düşünür ve uygulayabilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir bilim olmalıdır. Bu küçük savaşta bile askerî dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi anlatmaya yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar.
Muhammed bu savaş sonunda, çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı izlemeye kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.”[9]
- Atatürk Hz. Muhammed’i “Allah’ın En Büyük Kulu ve Elçi’si” Olarak Biliyor ve Tanıyordu
Saygıdeğer Muhammed’in tebliğ ettiği Kur’an’ı yok sayıp, Peygamber’i rüyalarda aziz’lere, arif’lere ve şeyh’lere talimatlar veren bir “Derviş” olarak algılayıp, anlatanlar ile Atatürk’ün her yerde ve her kesime;
“Muhammed Allah’ın en büyük kulu ve ELÇİ’sidir. O bize, Kur’an’ı ve Kur’an’ın açık ayetlerini getiren bir ELÇİ”
diye anlatması, Atatürk ile onlar arasındaki din/İslam anlayışı farkını çok belirgin olarak ortaya koymaktadır.
Atatürk, Allah’ın son elçisi Muhammed’i şöyle tanıtıyordu:
”Peygamber efendimiz, bütün Müslümanların ve kutsal kitap sahiplerinin bildiği üzere, Allah tarafından dini gerçekleri insanlık dünyasına duyurmaya ve anlatmaya memur edilmişler ve ismi PEYGAMBER’DİR. Yani haber ulaştırmakla görevlidir. Ulu Tanrı, Kur’an’ı Kerim’inde kendisine emirlik, saltanat ve taç vermiş değildir. Hükümdarlık vermiş değildir. PEYGAMBER’LİK vazifesi ile göndermiştir. Tabiatıyla gerçek vazifesini tamamen kavramış olan Cenabı Peygamber, bütün dünya insanlarına onu (İslam dinini) duyurdu. Hepinizce bilinmesi lazımdır ki, o devirde mesela doğuda bir İran devleti, kuzeyde bir Roma İmparatorluğu vardı. Diğer teşkilatlı ve kurulu devletler vardı ve Cenabı Peygamber, devletlere gönderdiği peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki, ‘Allah BİR ve ben O’nun tarafından size gerçeği anlatmakla görevlendirildim. Hak dini İslam dinidir. Bunu kabul ediniz ve koruyunuz...’
Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve ELÇİ seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce KUR’AN’daki anlamı açık olan ayetlerdir... O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar o ölümsüzdür.’’[10]
İşte Atatürk, peygamberi böyle anlıyor ve anlatıyordu.
- Atatürk’e Göre Hz. Muhammed, Allah Tarafından Kendisine Vahyedilenleri “İnsanlara Dinî Gerçekler” Olarak “Bildirmeye Memur Ve Elçi”dir
Atatürk, son Allah elçisi saygıdeğer Muhammed’in tebliğ ettiği İslam dini’nin temel esaslarını ise, sadece Kur’an ayetlerinin oluşturduğunu şu söylemiyle ifade etmiştir:
“Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Cenabı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana yasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur’an’daki naslardır.[11] İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz, akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilahi doğa yasaları arasında karşıtlık olması gerekirdi; çünkü bütün evren yasalarını yapan Cenabı Hak’tır.”[12]
- Atatürk’ün Hz. Muhammed’in Ölümü ve Sonrası Hakkındaki Akılcı ve Gerçekçi Değerlendirmesi
“Büyük bir devrim yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak O’nun ortaya koyduğu düşünceleri, esasları korumakla belirlemesi gerekti. Peygamber ölür-ölmez düşünülecek şey, O’nu biran evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu devrimi güven altına almaktı. Bu da, yerine önce devrimi kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. Devrimi kavramış ve O’na bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki O’nun gömülmesi düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılımıyla ve şanına lâyık bir törenle bu fani cesedi ebedi istirahat yerine bırakılırdı… Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu gerçeği o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın girişim ve gayretleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. Devrimin bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır.”[13]
Atatürk’e, Saygıdeğer Peygamberimiz ile ilgili bir soru yöneltilmişti. Şöyle ki:
- O (Muhammet), sizin yerinizde olsa yaptıklarınızı yapar mıydı? Diyene:
“- Bunu bilmem, fakat ben, onun yerinde olsaydım yaptıklarını yapamazdım” demiştir.
Fakat yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kişi sorulduğunda şüphesiz ki hep “Hz. Muhammet”tir derdi. O’nun devlet kurmaktaki yeteneğine hayrandı. Çünkü O, hiç yoktan bir devlet kurmuştu.[14]
Sedat Şenermen
Kaynakça
(1) Nübüvvet: Allah’tan aldığı vahiylerle Tanrı haberciliği, peygamberlik.
(2) Risâlet: Dinî gerekleri insanlara bildirme görevi, Allah elçiliği.
(3) ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.262-263; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.327-328.
(4) Ali Rıza ÜNAL; Atatürk Hakkındaki Anılarım, Türkiye Harp Malûlü Gaziler Dergisi, 1969, Sayı: 158, s.23; Genel Kurmay, Atatürkçülük, Ankara, 1983, Genelkurmay Basımevi, c.III, s.454-455; Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.328.
(5) Prof.Dr. M.Şemseddin GÜNALTAY, Atatürk’e Ait İki Hatıra, Ülkü Dergisi, 1945, Sayı: 100, s.3.
(6) ve (7) Aktaran: Prof.Dr. İsmail YAKIT, Atatürk ve Din, İstanbul, 2010, 8.Basım, Ötüken Yayınları, s.30-32; Ahmet GÜRTAŞ, Atatürk ve Din Eğitimi, Ankara, 1991, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, s.24-29.
(8) Mustafa SAĞ, Dini Atatürk Gibi Anlamak, İstanbul, 2006, Final Pazarlama, s.31.
(9) Şemsettin GÜNALTAY, Atatürk’e Ait İki Hatıra, Ülkü Dergisi, 1945, Sayı: 100, s.3; Halil ŞİMŞEK, Türk Kültürü, İstanbul, 2000, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, s.23; Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.328; Mustafa SAĞ, Dini Atatürk Gibi Anlamak, s.31.
(10) ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.I, s.289; Genel Kurmay, Atatürkçülük, c.III, s.453; Mustafa SAĞ, Dini Atatürk Gibi Anlamak, s.32.
(11) Kur’an’daki Naslar: Yüce Allah’ın Saygıdeğer Peygamberimize vahyettiği Kur’an’daki kanıt olarak gösterilen ayetler…
(12) ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.94; Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.328.
(13) Ş.GÜNALTAY, Atatürk’e Ait İki Hatıra, Ülkü Dergisi, 1945, Sayı: 100, s.4.
(14) Sadi BORAK, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, s.77; İsmail YAKIT, Atatürk ve Din, s.33.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Gerçekler Konuşulsun Artık
27 Şubat 2021, 18:07 -
Sedat Şenermen l Gıda Emperyalizmi
27 Şubat 2021, 14:04 -
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
28 Şubat 2021, 00:26 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22 -
Rifat Serdaroğlu l Ayaklı Virüs Gibi
24 Şubat 2021, 18:07 -
Rifat Serdaroğlu l Dünyanın En Büyük Yalanı
22 Şubat 2021, 17:03 -
Rifat Serdaroğlu l Bunların Sorumlusu Kim?
21 Şubat 2021, 15:40 -
Rifat Serdaroğlu l Sen Nasıl Bir Yüzsüzsün Ya?
20 Şubat 2021, 11:43 -
Sedat Şenermen l Kayıt Dışı Din
20 Şubat 2021, 11:21