Sedat Şenermen l Atatürk, Evrensellik ve Küreselleşme 13 Şubat 2021, 14:41
ATATÜRK, EVRENSELLİK VE KÜRESELLEŞME
A-/1. Evrensel Ne Demektir?
Evrensel kelimesi, günlük yaşamda sıklıkla kullanılan sözcüklerden biridir. “Evrensel”, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre şöyledir:
- Evrenle ilgili,
- Bütün insanlığı ilgilendiren, âlemşümul, cihanşümul, kozmik, üniversal.
- Dünya ölçüsünde, dünya çapında.
“O, evrensel düşünüyor” şeklinde kullanımını sözcüğün, cümle içinde bir örneği olarak görebiliriz.
Felsefede evrensel olma, bilginin her yerde geçerliliğini ve bütünlüğünü ifade eder. Evrensellik ilkesi gerçekliğin bir bütün olduğunu ve mekâna bağımlı olmadığını ileri sürer.
Bilimsel olsun veya olmasın evrensellik demek bir bilginin veya değerin genel geçer, yani her yerde uygulanabilir olması demektir.(1)
- Bir Başka Açıdan Evrensellik
Evrensellik, anlayış düzleminde, hem bilgi hem de siyasal alanlarda genel geçer ilkelerin var olduğunu öne süren ve bu ilkelerin her yerde mutlak geçerliliğini savunan bir anlayış biçimidir. Bu yaklaşım, gerçekliğin bir bütün olduğunu ve onun bilgisinin de bir bütün olarak var olması gerektiğini öne sürer. Yani bir şeyin insanlar tarafından kabul görüldüğü anlamına gelir. Örneğin: basketbol kuralları genelde evrenseldir. En azından topun potanın içinden geçmesi baskettir.
Etik alanda evrensellik, bütün insanların kesin olarak benimsediği ya da benimsemek zorunda olduğu ilkeleri şart koşar. Ahlak ilkeleri her yerde ve her zaman bütün insanlar için geçerli bir yasa olmalıdır. Örneğin Kant’ın “normatif etik”i böyle evrensellik anlayışına bağlı bir etik anlayışıdır. Bu yaklaşım,
- Tarih’e uygulandığında, bütün toplumlar için sabit evrensel bir yasa;
- Epistemolojiye uygulandığında evrensel bir bilgi, yani her yerde herkes için nesnel /doğru anlamda bir bilgi ve
- Siyasala uygulandığında aynı şekilde evrensel bir siyasal modelin varlığını öngörür.
Modernite ile birlikte, tüm bilginin ve toplumsal gelişmenin dayanaklarından ya da ilkelerinden birisi de bu evrensellik düşüncesi olmuştur.
Evrensellik, “özgürlük” ve “rasyonellik” gibi Aydınlanma düşüncesinin önemli kavramlarından biridir. Buna göre, tarih, evrensel olarak rasyonellikle uyumlu bir şekilde özgürlüğe doğru gelişmektedir.[2]
- Kur’an Açısından Evrensellik
Kuşkusuz Kur’an, “evrensellik” kavramını dünya üzerinde yaşayan insanlara /uluslara /topluluklara açılmanın (ama kesinlikle kimlikleri ve kişiliklerini ortadan kaldırmayan) çerçevesi olarak ortaya koyar. Yeryüzünde; beşeri /insanca buluşma, kaynaşma ve çeşitliliği onaylayan doğal bir özelliktir bu. “Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız (birbirinizi kimliğinizle tanıyasınız) diye, sizi uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, (aklıseliminiz /kalbi seliminizle) en çok Allah’ın koruması altına girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır.”(Hucurat/ 13)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, beşeri/insani ilişkilerin doğası, ulusların, halkların ve oymakların varlığını ve insanların takvaya olan yetenekleri selim akıllarını işletmelerini gerektiriyor, sadece bir halkın, bir ulusun varlığını değil. İnsanlık bu çeşitlilikte var edilmiş ki, kültür ve bilgi birikimleri arasında etkilenme olsun, düşünceler ve anlayışlar arasında bir çekim alanı meydana gelsin. Sonuç itibariyle bütün insanlık düşünsel ve ekonomik üretim peşinde olmalı ki, bunda herkesin mutluluğu söz konusudur, bir tarafın sürünmesine karşılık başka bir tarafın mutlu bir yaşam sürdürmesi değil.
( a ) Kur’an ayetlerinde “evrensellik” kavramı “âlemlerin Rabbi” tamlaması ile başlar. Bu tamlama Kur’an’da yaklaşık altmış yerde geçer.[3] Bu bağlamda Yüce Allah, insanlığa “bir” olduğunu evrenin ve dolayısıyla insanlığın yöneticisi, eğiticisi, yol göstericisi, rahmetiyle onları kuşatarak rızık verici olduğunu öğretiyor. İnsanlıktan istenen sadece O’na yönelmesidir. O, mutlak olarak her şeyin Allah’ıdır. Hiç kimsenin, sırf kendisine ait bir tanrısı yoktur. İnsanlar arasında kulluk yönünden bir ayrılık, yaratılışın doğası açısından bir farklılık ve tek İlaha yönelişleri yönünden bir ayrıcalık söz konusu değildir. Bu açıdan Yahudiler kendi ırklarına özgü kavmi bir tanrı (Yahova) kavramını ortaya attıklarında, evrensellik kavramını akıllarından söküp atmış oluyorlar.[4] Kur’an, evrenselliğin konumunu gerçekleştirmeye koyulduğunda baştan itibaren insanlar arası ilişkiler için birtakım değişmez temeller /ilkeler koyar. Bu temeller/ilkeler, insanın Allah’a, insanın evrene, insanın insana ve ulusun uluslara saygı göstermesi üzerinde yükselirler. Aklına, düşüncelerine, duygularına ve eğilimlerine saygı... Varlıklar arasında olumlu etkileşim meydana getiren yapıcı diyalog, yani “yurtta barış dünyada barış” esasına dayanır.
Kur’an, insanlığın başlangıçta bir tek “önderli toplum” olduğunu, fakat insanlığın bir bölümünün kötülüğe eğilim göstermesi sonucu, bu önderli topluluğun parçalandığını, bunun da, insanlığın tekrar tek yaratıcı ilaha ve ortak insani aklıselim değerlerine yönelen uluslar olması için her millete bir Allah Elçisi gönderilmesini gerektirdiğini belirtir.
“İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi /dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.” (Bakara/ 213)
( b ) Kur’an’ın evrensellik kavramı için öngördüğü ve zihinlere yerleştirdiği temellere göz attığımızda, imani pratiğin Nahl/ 125’de yer alan “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et” buyruğuyla başladığını, ama hemen peşinden temellerin genişleme eğilimine girdiğini görürüz.
“Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz, Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir.”
Bu noktadan itibaren insanlar arası eşitliğin, adaletin egemen kılınmasının; haram, zulüm ve saldırganlığın reddedilişinin belirginleştiğini de şu ayette görüyoruz:
“Şüphesiz Allah,
* Adaleti (el-adl), iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi (el-ihsân) ve yakınlara vermeyi emreder;
* Hayâsızlıktan (el-fahşâ), kötülükten (el-münker) ve azgınlıktan (el-bağy) yasaklar.
O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir.” (Nahl/ 90)
Başkasının görüşüne saygı göstermenin, ötekini tasfiye, küçültme veya küçümseme yaklaşımlarının yasaklandığına böylece tanık oluyoruz. Bu yüzden Kur’an, yeryüzünün her tarafına doğru insanı doğru harekete şu ayetle çağırmaktadır:
“Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Âl-i İmran/ 104)
Amaç, insanlığın ortak aklıselim kültürü, bir insanlık ortak aklının oluşturacağı ve herkesin insanca, hakça paylaşacağı ortak medeniyeti meydana getirmektir. Bu medeniyet, uygar olmanın türlü nimetlerini etrafına saçarken, insanın yeryüzünü imar etme görevini yerine getirirken, bunun, “Ben yeryüzünde (evrene egemen) bir halife oluşturacağım /yaratacağım” (Bakara/ 30) buyruğunu uygulamak anlamına geldiğinin ayette vurgulanan şekilde bilincinde olur.
Diğer bir ifadeyle bu, insanlığın hayrına, mutluluğuna ve kalkınmasına hizmet eden bir çabadan başka bir şey değildir. Tüm Allah Elçileri’nin üstlendikleri görevi zihnimizde canlandırdığımız zaman, bunun kâinata gücünü ispat bağlamında evrensel bir görev olduğunu, dar bir çevreyle sınırlı olmadığını görürüz. Allah’ın Elçileri’nin tümünün daveti, tevhit ve hayra yönelik bir çağrıdır. Bu bağlamda Hz. İbrahim’in evrensellik kavramının genel çizgilerini belirginleştiren bir örnek olduğunu görüyoruz.
Yüce Allah, İbrahim’e hitaben şöyle buyuruyor:
“Seni, insanlara önder (imam) yapacağım.”
Diğer bir ayette de şöyle buyuruyor:
“İbrahim, Allah’a gönülden boyun eğen hanif bir ümmetti. O müşriklerden değildi.” (Nahl/ 12)
Evrensellik kavramının ayrıntılı açılımını ise, Hz. Muhammed’in (saygı ve sevgi ona) şahsıyla bağlantılı olarak Kur’an’da belirginleştiğini görüyoruz.[5] Çünkü Hz. Muhammed bütün insanlığa gönderilmiştir. İnsanlık için bir rahmet olarak gönderilmiştir. Onlardan öç almak veya onların başına bir azap olmak için değil. Bu yüzden İslam’ın Kur’an’la daveti, ilk andan itibaren evrensel bir çağrı idi. Bu temellere dayalı olarak da çeşitli kabileler ve halklar arasında hızla yayıldı.
“De ki: “Tanıklık yönünden hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizive ulaşan herkesi (men beleğa) kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur’an vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En’am/ 19)
Bu ve benzeri ayetlerde geçtiği üzere Allah’ın insanlığa son elçisi Saygıdeğer Muhammed’in elçiliği hitapta, zamanda ve mekânda evrenseldir. Kur’an da bu evrensel çağrının evrensel kitabıdır. Çünkü Kur’an “Âlemlerin Rabbi”nin ilahi mantığının evrensel ilahi nutkudur.
B-/1. Küresel, Küreselleşme, Küreselcilik Ne Demektir?
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “küresel” sözcüğü şöyle tanımlanıyor: 1. Küre ile ilgili olan. 2. Küre biçiminde olan, kürevi. 3. Dünya ölçüsünde geniş bir bakış açısıyla benimsenen, global.
Küreselleşme, ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin alış verişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir. Dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç değildir. Çünkü küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir.{6[
Küreselleşme, ülkeler arasındaki ekonomik, siyasal, sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmanın çökmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak birbirleriyle bağlantılı olgular içerdiği, bir anlamda maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin milli sınırları aşarak dünya çapına yayılması olarak tanımlanmaktadır.[7]
Küreselleşme yeni bir olgu değil, bugün dünyada küreselleşmenin üçüncü evresi yaşanıyor.
( a ) Küreselleşmenin Evreleri:
- Birinci küreselleşme, 1490 yılında merkantilizmin etkisiyle yaşanmış ve sömürgecilikle sonuçlanmıştır.
- İkincisi, 1890 yılında sanayileşme ve onun doğurduğu gereksinimler sonucunda yaşanmış ve sömürgecilik, emperyalizme dönüşmüştür.
- Üçüncü küreselleşme ise, 1970 yılında çok uluslu şirketlerin doğması,
- 1980’lerde iletişim devriminin yaşanması ve
- Son olarak 1990 yılında SSCB’nin yıkılması ve ABD’li Batı’nın rakibinin kalmamasıyla yaşanmaya başlanmıştır.[8]
Yaşadığımız son küreselleşme bilgi işlem, iletişim ve üretim örgütlenmesindeki büyük değişim ile bağlantılıdır.[9]
Yaşanan siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal gelişmeler küreselleşmenin birleşenlerini oluşturmaktadır.
( b ) SSCB’nin Yıkılması İle Küreselleşmenin Bileşenleri
* ABD’nin ve Batı’nın ekonomik ve siyasal anlamda dünya üzerindeki egemenliğini arttırması,
* Çok uluslu şirketlerin dünya ekonomisindeki etkilerinin artması,
* Finans piyasalarının uluslararası hale getirilmesi,
* İletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişip yaygınlaşması,
* Yerel değerlerin sınırlarını aşması küreselleşmenin bileşenlerini tanımlar /tamamlar niteliktedir.
Küreselleşme olgusunun etki alanlarını beş farklı boyutta incelemek mümkündür:
- Ekonomik Küreselleşme,
- Siyasi Küreselleşme,
- Sosyokültürel Küreselleşme
- Coğrafi ve Ekolojik Küreselleşme,
- Teknolojik Küreselleşme.
( c ) Sonuç
Karşı konulması zor bir süreç olan küreselleşme çok geniş bir alanı etkilemektedir. Küreselleşme denilen olgu, gelişme, teknoloji ve bilgi toplumu ile simgelenirken içinde işsizlik, sefalet gibi olguları da barındırmaktadır.
Küreselleşme ekonomik alanda gelişmeyi vaat ederken, bu gelişmiş ülkeler açısından bir fırsat olmuştur. Küreselleşme ile beraber gelişmiş ülkeler dünya ekonomisini kötü yönde kullanarak, gelişme yolundaki ülkelerin ekonomilerinde istikrarsızlıklara ve krizlere yol açmışlardır. Bunun en büyük örneği Arjantin ve Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerdir. Ülkeler dış müdahaleler sonucu kendi ekonomilerini düzenleyemeyecek hale geliyorlar. Küreselleşme, gelişmekte olan ülkeleri, ekonomik yönden gelişmiş ülkelere daha da fazla bağlı /bağımlı kılmaktadır. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni ekonomik kurumlar ve mekanizmalar, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeler üzerinde daha kolay ve daha yoğun bir denetim mekanizması kurmalarına olanak sağlamaktadırlar.
Siyasal anlamda küreselleşme beraberinde bölgeselleşmeyi getirmiştir. Bölgeselleşme, işbirlikçi ülkeler arasında sınırların kalkması, aralarındaki ticaret hacminin genişlemesi gibi olumlu sonuçlar getirirken, bölgeler arasındaki gerek ekonomik, gerek siyasal dengeyi oldukça bozmaktadır. Ülkeler arası işbirliğinin artması ile yeni yeni uluslararası kuruluşların oluşmasıyla uluslararası arenada devletlerin rolü azalmaya başlamıştır. Küresel terör de siyasal küreselleşmenin en önemli sonuçlarındandır. Bunun en büyük örneğini 11 Eylül’de ABD’ye yapılan saldırıda gördük. Küreselleşme özellikle sosyalizmin yıkılışından sonra mikro-milliyetçi ideoloji ve hareketlerin doğup gelişmesine de hem zemin hem de katkı sağlamıştır.
Küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı korunabilmek için ve aynı zamanda küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni fırsatlardan maksimum düzeyde fayda sağlayabilmek için mikro-milliyetçi ideolojiler ve hareketler geliştirilmiştir. Ani küreselleşmenin çevreye yaydığı hem korku ve belirsizlik ortamı, hem de yeni umutlar ve fırsatlar yaratması bu mikro-milliyetçi hareketlere zemin yaratıp katkı sağlamıştır. Bunun en güzel örneği belki de 1990 sonrası Yugoslavya olmuştur.
Kültürel alanda dünya kültürünün oluşturulmaya çalışılması ülkelerin kendi kültürlerine yabancılaşmasına neden olmuştur. Kültürel alanda yapılan baskı, aşırı milliyetçi ideolojilerin oluşması gibi sonuçlar da doğurmuştur.
Küreselleşme geliştikçe ulusal kültürleri aşan ulusalüstü, etnik ve dinsel kültürleri aşan kendine has bir kültür yaratmaktadır. Devam etmekte olan bu oluşum değişik sosyologlar ve siyaset bilimciler tarafından birtakım kavramlar ile adlandırılmaktadır. Bu oluşan ulusal,etnik, dinsel kültürler üstü “yeni küresel kültür” hangi kavramla adlandırılırsa adlandırılsın fark etmez, yerel kültürleri zayıflatmaktadır.[10]
Küreselleşme, en basit anlamda, yerkürenin farklı bölgelerinde yaşayan insan, toplum ve devletler arasındaki iletişim ve etkileşim derecesinin “karşılıklı bağımlılık” kavramı çerçevesinde giderek artması olarak tanımlanabilir.
Küreselleşme, yerel-evrensel spektrumunda her iki yöne doğru ilerleyen bir süreci tarif etmekte, statik bir yapıdan ziyade son derece dinamik ve değişken bir kavrama işaret etmektedir. Küreselleşme, her geçen gün dünyanın farklı alanlarını nüfuzu altına almaya devam etmekte ve bu sayede bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile mevcut yapısını sürekli bir biçimde uyarlamaktadır.[11]
- Küreselleşme Filozoflarına Göre Küreselcilik
Uluslararası medyanın Dünyanın en önemli gelecek bilimcisi olarak tanıttığı küreselleşme ideologlarından John Naisbitt, “Global Paradoks” adlı kitabında şunları yazıyor:
“Demokrasinin evriminde temsili demokrasi dediğimiz dönemin sonuna geliyoruz. Artık bizim yerimize karar alacak insanlara ihtiyacımız yok. Elektronik devrimi sayesinde hem temsili demokrasi hem de ölçek ekonomisi çağdışı kaldı. Artık dolaysız demokrasiye tüketici odaklı serbest piyasa demokrasisine geçiyoruz. Küresel ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülüyor. Eğer dünyayı tek pazarlı bir dünya haline getireceksek parçaları küçük olmalı. Bugün dünyamızda tanık olduğumuz gelişmeler, birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir süreç; hükümetsiz bir yönetim yayılmasına doğru ilerleme süreci… Evrenselleştikçe küçülüyor ve kabileselleşiyoruz. Etnik köken, dil, kültür ve din gibi konularda kendi türüne sadakat giderek artıyor. Yeni liderler, devletler arasındaki değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracak ya da en azından bu ittifakların karşısına çıkmayacaktır. Siyasi partiler öldü. Liderler bunu fark etmiyor mu?” [12]
John Naisbitt, her yıl Amerika, Avrupa ve Asya’da iş dünyasının liderleri ve karar verme konumundaki yöneticilerle “görüşmeler” yapan ve küreselleşme adı verilen büyük devlet politikalarının oluşumuna önemli katkısı olan bir kişidir. Küresel güçlerin dünyaya yayılarak yaratmak istedikleri yeni egemenlik düzeninin en özlü anlatımı olan bu sözler; özellikle azgelişmiş ülkelerde, daha şimdiden önemli ölçüde gerçekleştirilmiş ve olumsuz sonuçlarıyla yaşanan bir olgu haline gelmiştir.
Bu tür görüşleri, yalnızca John Naisbitt değil, büyük sermaye gurupları ve kendisini küreselleşmeci olarak gören herkes değişik biçimlerde dile getirmekte ve yaşayan sürecin, ekonomik gelişmenin zorunlu sonucu olduğunu ileri sürmektedirler. Küreselleşme filozofları, “telekomünikasyon devriminin” insanların yaşamlarında ve düşüncelerinde kalıcı dönüşümler yaptığını, sınırların ve ülkelerin önemini yitirdiğini ve milli kimlik konusundaki geleneklerin yıkıldığını ileri sürüyorlar. Onlara göre, “Ekonomi büyüyor ve dünya küçülüyor, merkezi denetimin yerini ‘yerelcilik’ alıyor, elektronik posta (e-mail) yeni bir toplum biçimi yaratıyor, bilginin egemen olduğu, sınıflar ve ülkeler üstü yeni bir döneme geçiliyor. ‘Bacasız Sanayinin’ ileri teknolojinin ve serbestliğin egemen olduğu baskısız ve bağlantısız yeni bir çağa giriliyor. İnsanlar, endüstri sonrası çağın gelişiyle çalışmanın zulmünden kurtuluyor; muazzam küresel pazar içinde aileleriyle birlikte diledikleri zaman diledikleri yerde yaşama ve çalışma olanaklarına kavuşuyorlar. Sıcak ve sevgi dolu aile ilişkileri yeniden canlanıyor, aileler iş bulma nedeniyle artık parçalanmıyor. Şirketler, toplumların uluslararasılaşmasının en güçlü aracıları haline gelerek, barış ve zenginliğin tek gücü hâline geliyor.”[13]
Kulağa hoş gelen bu sözlerin ne kadarı doğrudur? Bunun genel bir değerlendirmesini ayrı bir başlık altında ele alacağız.
- Batı’nın Sunduğu Küresellik
Küresellik; bütün özel biçimlerin, çeşitliliklerin, farklılıkların yerini almak, uluslar ve topluluklar arasındaki bütün iletişim sınırlarını yok etmek maksadıyla kapitalist dünyanın dayattığı son kalıptır. Bunun son hedefi bütün insanlığı; tarihsiz, inançsız, geleneksiz bir dünyada eritmektir. Kapital sahiplerinin daha zengin, yoksulların da daha yoksul yaşayacakları bir gelecekten başka geleceği olmayan bir dünya...
Batının sunduğu küresellik kavramına döndüğümüzde ise, ilk dikkatimizi çeken şey, bu kavramı ortaya atanların, insanlar arası ilişkileri,
- Zeki ve güçlü bir taraf ile
- Ahmak ve zayıf bir diğer taraf arasındaki ilişki gibi gördükleridir.
* Bir taraf her şeye sahipken,
* Öbür taraf hiç bir şeye sahip olmamak zorundadır.
Sonra bu küreselleşme olgusunun determinist karakterini de göz önünde bulundurduğumuzda, en belirgin özelliğinin,
- Ötekini yok etmeyi öngörmesi olduğunu görüyoruz.
Bu yok etmenin, mutlaka ötekinin maddi varlığını ortadan kaldırmak şeklinde olması zorunlu değildir elbette. Batılı determinist yaklaşım şunu diyor: Küresellik,
* Efendi ile köle,
* Üreten ile tüketen,
- Teknoloji üreten, bilimsel ve hızlı bir kalkınma gerçekleştirenle,
- Batı dünyasına ezik bir ruh haliyle ve hayranlıkla bakması gereken taraf arasında gerçek, kaçınılmaz bir ilişkidir.
Bu küreselliğin gölgesinde zulüm, toplumsal bir nitelik kazanır. Sırf bireyi veya bireysel bir durumu değil, ulusları, ulus devletleri her yönüyle kıskacına alır. Saldırganlık, mütecavizlik, bu yüzden batının karakteristik özelliğidir. Saldırganlığın da bir tek şekli yoktur. Birçok yöntemi, yolu ve nedeni vardır. Ulusların ve ulus devletlerin gelir kaynaklarına, petrol, altın, su ve çeşitli madenler gibi yeraltı-yerüstü zenginlik kaynaklarına el konulur.
( a ) Küreselliğin amacı,
* Evrensel insani bir uygarlık kurmak değildir.
* Aksine, amaç, batının teknolojik medeniyetini egemen kılıp dünyanın diğer halklarının geri kalmışlık olgusunu kalıcı hale getirmektir.
Bu durumda, yeryüzünün imarına ilişkin Bakara/ 30’daki ilahi buyruk anlamını yitirmiş oluyor.
Çünkü küresellik;
- Yeryüzünün bir yanını imar ederken,
- Öbür yanını yıkıyor.
- Bundan daha da tehlikelisi dünyayı hedefleri ve amaçları birbirinden uzak, aralarında diyalog bulunmayan iki ve daha çoklu kutuplara ayırmasıdır.
Çünkü daha zayıf olan taraf, daha güçlü olan tarafın gözünde ilga edilmiştir. “Var” olan ile “var” olmayan, ilga edilen arasında diyalog olur mu? Güçlü olan tarafın, zayıf olan tarafa artan ve değer kazanan rakamlar gözüyle baktığı bir ortamda, bir insanın başka bir insana saygı göstermesi beklenebilir mi?
Teorik çerçevenin ya da perspektifin tutsağı olmamak için, şunu net olarak ortaya koymak durumundayız:
Evrensellik ve küresellik arasında ideolojik, psikolojik, sosyolojik ve ontolojik sürekli ve tek taraflı kendilerini üstün ırk fikriyle hareket eden bir “dünya egemenliği iddiası ve” mücadelesi vardır. Bu durumda şeytanı rab, şerri ve şeytanlığı din edinen bir dünya görüşü ortaya çıkmaktadır.
- Küreselci Filozofların Açıkladıkları Küreselciliğin Genel Bir Değerlendirilmesi
Küreselci filozofların kulağa hoş gelen küreselleşme ile ilgili yukarıda geçen sözlerinin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış ve gerçekçi değil; ayrıca çifte standart uygulanması yönünden kimlere yararlı, kimlere zararlı olduğunun da açıklanması gerekiyor. Bu konuda Merhum Metin AYDOĞAN Bey’in eleştiri ve değerlendirmeleri aynen şöyledir:
- Söylendiği gibi insanlık “bolluğun ve barışın” yaşandığı yeni bir çağa mı gidiyor? Yoksa
- Serbest ticaretin yarattığı “zenginlik”, insanlara diledikleri gibi hareket edebilecekleri özgür bir dünya veriyor mu?
- İnsanlar yaşamsal gereksinimlerini, kimliklerini yitirmeden sağlayabiliyorlar mı?
- Yoksulluk ve savaşlar bitti mi?
Yaşanan gerçekler, küreselleşme filozoflarının küreselcilik konusunda söylediklerini doğrulamıyor.
* Dünya, parası olanlar için gerçekten ‘küçülüyor’,
- Ama çok büyük bir çoğunluk için dünya değil, ülkeler ve hatta kentler bile hâlâ çok ‘büyük’.
* Dünyada küresel bir göç yaşanıyor.
- Ama bu göç ne “sıcak ve sevgi dolu aile ilişkilerini canlandırıyor” ne de ‘özgürlüğe’ dayanıyor.
* Küresel sermaye, yoksul ülkelere giderken,
- Bu ülke insanları yasadışı yollardan ve her şeyi göze alarak zengin ülkelere gidiyor; kendisini ve ailesini besleyemeyen milyonlarca insan, doğduğu topraklardan, yerleşik alışkanlıklarından ve kimliklerinden koparak, kıtalararası göç ediyor.
* Sürekli olarak serbest ticaretten söz ediliyor, ama dünya ticaretinin büyük bir bölümü söylendiği gibi serbest değil.
- Dünya serbest ticarete doğru gitmek yerine bundan sürekli uzaklaşıyor.
* Azgelişmiş ülkelerde gümrük vergileri kaldırılırken,
- Gelişmiş ülkelerde, dışalımın gittikçe artan bölümüne gümrük dışı kısıtlamalar getiriliyor.
* Azgelişmiş ülkeler kendi ulusal işletmelerini koruma hakkını yitirirken,
- Gelişmiş ülkeler patent, know-how ve kopya edilebilir entelektüel mallarına daha fazla koruma istiyor.
* Uluslararası şirketler, pek çok alanda politik güç sahibi olmuş ve dünyayı yönetir hale gelmiştir.
* Sosyal haklar, çevre düzenlemeleri, sanayileşme ya da yeni iş alanı açma politikalarını artık hükümetler değil, küresel finans piyasaları yönlendiriyor.
* Şirketler, kamusal alanları hızla denetim altına alıyor. Ancak, denetim altına alman bu alanlarda şirketler herhangi bir sorumluluk yüklenmiyor ve herhangi bir yük altına girmiyorlar.
* Şirket başkanları, seçimleri ve yasama organlarını etkileme konusunda anayasayla güvence altına alınmış hakları büyük bir serbesti içinde kullanıyorlar, ancak yaptıklarının ve yapacaklarının sosyal sonuçları konusunda hiçbir kaygı duymuyorlar.
* Şirketler yerel, ulusal ya da uluslararası düzeyde politik
kurumların işleyiş sınırlarını belirlerken, ulusal hükümetlerin ekonomik ve siyasal konular üzerindeki denetimlerini
onların ellerinden alıyor.
* Dünya, günümüzün ‘uygarlık çağında’, eşi ve benzeri görülmemiş bir yetki bunalımıyla karşı karşıya kalıyor.
Yaşanan gerçeklerle ileri sürülen görüşlerin birbirinden bu denli uzak ve aykırı olması, küresel boyutta bir sorun
yaşandığının açık kanıtıdır. Artık herkesin açıkça gördüğü gerçek şudur; bugün insanlığın tümünü içine alan ve yaratıcıları az sayıdaki şirket ve büyük devlet yöneticisinin olduğu, gerçek bir uygarlık sorunuyaşanmaktadır. Farklı konum ve istem içinde bulunan milyonlarca insanın, sınırları ve kuralları önceden belirlenen eşitsiz ve gücün belirleyici olduğu bir ortamda yaşamaya “mahkûm” edilmesi, çağa yakışmayan bir durumdur. Bu duruma son verip toplumsal gelişimi sürekli kılmak, elbette bir gelişkinlik ölçüsüdür. Bu ölçütün en belirgin göstergesi ise eşitsizliğe ve baskıya karşı direnmektir; bu da örgütlü olmayı, özellikle de iktidar hedefleyen siyasi partiye sahip olmayı gerekli kılar.[14]
- İslam’ın /Kur’an’ın Küreselciliğe Karşı Durumu
Kur’an’da Allah’ın, insanı ve evreni kendisine karşı aciz; evreni de insana karşı aciz yarattığı yer almaktadır. Buna göre, insanın Allah’a karşı aczini idrakle sadece O’na teslimiyeti (İslam /Müslüman olması); yeryüzünü Allah’ın emaneti olarak görüp ona ve içindeki varlıklara aklıselimiyle usulüne uygun bilimsel, teknolojik yöntemlerle yaklaşıp, evreni, yeryüzünü mamur ederek bir uygarlık oluşturmaktır. Bu durumda aklıselim sahibi insan Allah’ı Rab, Kur’an’ı din edinir. Ama asla sömürgeci, emperyalist, saldırgan küreselci olamaz.
Kur’an’da ulus varlığı bir yaratılış gerçeği olduğu gibi, o toplumun oluşturduğu ulus devlet de bir gerçekliktir. Buna rağmen eğer bazı uluslar, halklar, küreselliğe katılmaya ve yavaş yavaş küreselliğin potasında erimeye başlamışlarsa, bu durum karşısında İslam’ın görevi elbette diğer düşünce sistemlerinden farklı olacaktır ve bu kesinlikle vakıaya teslim olmak şeklinde olmayacaktır. Çünkü İslam, doğru ve ideal evrenselliğin gerçekleşmesinin biricik yolu olmak için vardır. Eşitlik, adalet ve gelişmişlik evrenselliği...[15]
İnanıyoruz ki, ABD’li Batı menşeli küreselleşme akımının önündeki en sağlam ve sarsılmaz engel, Kur’an mesajının görev bilincine varmış taşıyıcılarının, hanif dinin insani-nebevi misyonunu kavramış mensuplarının derinlikli anlayışları üzerinde yükselen İslami /Kur’an’dan Kur’anca evrenselliktir.
“Evrensellik” ve “küresellik” kavramları bağlamında Atatürk’ü tüm yaşamı boyunca bütün söylemleri ve yaptıklarıyla değerlendirdiğimizde O’nu “küreselci” olarak nitelemenin ne kadar yanlış olduğu çok açıktır. Aslında O, yirminci yüzyıla kadar devleşerek gelen küreselci, kapitalist İngiliz egemen emperyalizme dünyada ilk ve tek kez yenilgiyi tattıran müstesna rahmani bir liderdir. Emperyalizmin Atatürk’e düşmanlığının dayandığı temel neden olarak konuyu ayrıca ele almak gerekiyor.
Yazımızı yüce Allah'ın şu sözüyle noktalayabiliriz:
“Bir önderli toplum (ümmet), diğer bir önderli toplumdan (ümmetten) daha çoktur diye, yeminlerinizi aranızda aldatma (hile ve fesat)aracı edinerek, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu söküp bozan kadın gibi de olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla sınıyor. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size kesinlikle açıklayacaktır.” (Nahl/ 92)
Sedat Şenermen
Kaynakça
[1] Felsefede evrensel olma nedir ? - Eodev.com
[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Evrensellik
[3] Bkz. M. Fuad ABDÜLBAKÎ, el-Mu’cemü’l-Müfehres, “’A-l-m” md.
“Âlemlerin Rabbi” tamlamasındaki “Âlem” sözcüğü, yaratılanların her bir türünü ifade eder. Ne kadar yaratılmış tür varsa, onları yaratan olarak Allah, “Âlemlerin Rabbi”dir. Onları rahmetiyle, ilmiyle, kuşatır, onlara doğru yolu gösterir, genetik programlarını yapar ve rızıklarını verir. Evrensellik, Allah’ın tüm yarattıklarını şah damarlarından yakın olacak şekilde onlara yaşam hakkı vererek tümünü kuşatmasıdır.
[4] ve [5] Hasan MUSTAFA, Kur’an ve Pozitivizm Arasında Evrensellik ve Küresellik, (Çeviren: Vahdettin İNCE), Haksöz Dergisi Sayı: 123 - Haziran 2001. Bakınız:https://www.haksozhaber.net/okul/kuran-ve-pozitivizm-arasinda-evrensellik ve-kuresellik-3041yy.htm
[6] Bkz. Küreselleşme – Vikipedihttps://tr.wikipedia.org › wiki › Küreselleşme
[7], [8], [9] ve [10] TASAM (Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi)
https://tasam.org/tr-TR/Icerik/211/kuresellesmenin_boyutlari_ve_etkileri
[11] Fırat BAYAR, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, bkz.
http://www.mfa.gov.tr/data/Kutuphane/yayinlar/EkonomikSorunlarDergisi/sayi32/firatbayar.pdf
[12] John NAİSBİTT, Global Paradoks, İstanbul, 1994, Sabah Kitap, s.24.
[13] John NAİSBİTT, Global Paradoks, s.13-19; R. J. BARNET – J. CAVANAGH, Küresel Düşler, İstanbul, 1995, Sabah Kitap, s.264, 276, 330.
[14] Metin AYDOĞAN, Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler, İzmir, 2007, 8.Baskı, Umay Yayınları, s.17-19.
[15] Bkz. H. MUSTAFA, Kur’an ve Pozitivizm Arasında Evrensellik ve Küresellik.
Tüm Köşe Yazarları
-
Rifat Serdaroğlu l Bana Dostunu Söyle
06 Mart 2021, 11:01 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l Niçin Bu Kadar Parti Kuruldu?
05 Mart 2021, 16:13 -
Rifat Serdaroğlu l Esir Miyiz/Rehin Miyiz?
04 Mart 2021, 19:47 -
Rifat Serdaroğlu l İnsan Haklarını Eyleme Planı
03 Mart 2021, 12:41 -
Rifat Serdaroğlu l Bir Duruşu Olmalı İnsanın!
03 Mart 2021, 10:50 -
Rifat Serdaroğlu l Gerçekler Konuşulsun Artık
27 Şubat 2021, 18:07 -
Sedat Şenermen l Gıda Emperyalizmi
27 Şubat 2021, 14:04 -
Rifat Serdaroğlu l Yerli ve Milli Cumhur İttifakı
28 Şubat 2021, 00:26 -
Prof. Dr. Haydar Çakmak l İktidarları Ölçme Kriterleri
26 Şubat 2021, 12:09 -
Rifat Serdaroğlu l Bilim İnsanı ve Yalancı Bakan
25 Şubat 2021, 17:22